29 Ekim Cumhuriyet Bayramının, özellikle büyük kentlerde coşkuyla kutlanacağı tahmin ediliyordu. Öyle de oldu.
Sonrasında, siyasi iktidarın, “Trend Topics” yani hakkında en çok konuşulan her şeyde yaptığı gibi, Cumhuriyet değerlerine ve Atatürk’e daha fazla sahip çıkacağına ilişkin gündem hızla oluşturuldu. Tabii, kimse bu konudaki samimiyetlerine inanmadı.
AKP, yerleştirmeye çalıştığı ilke ve devrimlerine karşıtlık olarak kurulmuş olsa da, Atatürk’ün en azından biçimsel varlığına kerhen de olsa saygı gösteriyormuş gibi yapıyor. Çünkü onun halkın kırmızı çizgisi olduğunu biliyor.
Din devletinin taşını döşeme yolundaki, gittikçe mesafesi kısalmış olan yolda(!) Atatürk üstünden tartışmaya girmemeye özen gösterdikleri için, konu şimdiye kadar önemli değildi. Ama artık eskisinden çok farklı bir gündem onları bekliyor. “Onlar” diyorum, çünkü dillendirdiklerinin aksine, Türkiye’nin kaderinin AKP’den bağımsız olduğuna inananlardanım!
Ne acıdır ki, 27 Kasım’da ABD’de görülecek “jürili duruşma” bile ülkemiz siyasi gündemini alt üst etme potansiyelini taşıyor. Orada oluşturulabilecek bir tekil suçlamanın, ülke kaderiyle eş tutularak, düşmana karşı “vatan savunması” çağrısına evrilebileceği konuşuluyor. Tabii böyle bir topyekün savaşta da(!) Atatürk'ün birleştiriciliği önem kazanıyor.
Eğitimli kitlenin yoğunlaştığı kent merkezlerinin, kendisini çok ilgilendirmeyen kurtuluş çağrılarına(!) icabet etmeyeceği biliniyor. Oysa varoş, taşra, kırsal; nasıl adlandırılırsa adlansın, eğitimli kent soylu yaşamın hüküm sürmediği yerlerde durum aynı değil.