Engelli oluş kavramının uygar dünyada geçirdiği süreci Türkiye’nin geriden izlediği bir sır değil. Bunun en belirgin örneği geçmiş yıllarda ülkemizdeki toplu ulaşım araçlarında görülmekteydi. Örneğin, araçların ön sıralarında engelliler için değil, hamileler ve yaşlılar için yer ayrılmaktaydı.
Zamanla işler değişti. Engelli farkındalığı doğal olarak arttı. Engelli hakları, engellilerin erişebilirliğinin sağlanması ve toplumda yer almasının sağlanması konusundaki bilinç gelişti.
Doğal olarak hızla, sindirmeden, gerekli düşünsel ve fiziksel alt yapının hazırlanmadan geçirildiği her türlü evrim gibi, engellilik de sorunlarla karşılaştı. Yeni tanımlara, onların karşılık bulacağı düzenlemelere gidilmeliydi. Ve işin fenası bu siyaset kurumunun göreviydi.
Siyaset; dahası hoyrat, acımasız, insan ve doğa düşmanı, yıkıcı, yavan, vasıfsız zamane siyaseti mal bulmuş mağribi gibi engelliliğin üstüne atladı.
Yan odalarda, hiçbir iş yapmadan yalnızca kötülüğü örgütleyenler, muhtemelen engelli bireylerin toplumdaki yüzdelerini netleştirmekle işe başladılar. Sonra da onları sınıflayarak, oya nasıl dönüştürülebileceklerinin hesabını yapmaya koyuldular.
Anlayamadıkları birçok özellikli konuda olduğu gibi, engelli bireylerin dağılımının da toplumun demografik yapısını yansıttığını düşünemediler. Diyeceğim, iş olanağı sağladığı ve sonsuz biata mahkum ettiği bir birey ile daha eğitimli, rafine bir beyinin istemlerinin, itirazlarının farklı olabileceğini tahmin etmediler.