Başlık için İngiliz gazeteci Simon Kuper’in , “Futbol Asla Yalnızca Futbol Değildir” isimli kült eserinden esinlendim. Aslında kitabın orijinal adı olan, “Football Against The Enemy” daha da belirleyici oldu!
Kuper kitabında futbolu sınıf farklılıkları, milliyetçilik, devlet yönetimi, etnisite gibi toplumsal konularla ilişkilendirerek irdelemişti.
Modern zamanlar ırkçılığının yükselişe geçtiği bir dönemde, Alman futbolcusu Mesut Özil’in, ülkesinin ulusal futbol takımında oynamayı bırakacağı yönündeki açıklamaları gündeme bomba gibi düştü. İşin ilginci, kimse o pimi çekilmiş bombayı bir başkasına fırlatmadı. Onun üstünden düşüncesini açıklamak için bir fırsat saydı.
Konuya yabancı olanlar için: Mesut Özil dünyanın en iyi futbolcularından birisidir. Onu en çok antrenörleri takdir eder. Çünkü maç dışındaki performansının en yakın tanıkları onlardır.
Yeteneğinin yanında, saha içindeki “cool” duruşuyla da takım arkadaşlarından ayrılır. Takım gol attığında sevinmesini en az bilen Özil’dir. Arkadaşları ona sarıldığında yüzüne zarar verecekleri kaygısıyla kendisini korur.
Özil maç seçer. Yani isterse o maçı alıp götürür ya da hiçbir varlık göstermez. Hakemlerle ve rakip oyuncuyla diyaloğa girmez. Dudak okuma uzmanı olmaksızın anlaşılacağı üzere, kaçırdığı pozisyonlar sonrasında Türkçe küfreder!