Sayın Muharrem İnce iki kez alınmasın; hem ona ilk
adı ile, hem de "Muammer" olarak hitap ettiğim için. Çünkü kampanya
boyunca evimizdeki kod adı böyleydi!
Siyasi duruşumuz ve bunca yıllık deneyimimizden
bağımsız olarak bizim evimizde de onun rüzgarı esti. Yaşamımız ona
kilitlendi. Kaybederken de birlikteydik...
Onu, çok önceden yapılmış bir gezi planlaması
yüzünden hemen ertesi günü terk ettik. İyi de oldu, çünkü seçim
sonuna saklanmış çok bilmiş "siyasi anelizler!" bombardımanından da
kurtulmuş olduk.
Ama bu kaçış, geziye onunla ruhuyla birlikte
çıkmamızı engellemedi. Ziyaret edilen ülkede görüp imrendiğin
uygarlığın, Muharrem İnce'nin olası bir Türkiye liderliğinde
kurulup kurulamayacağını onun üstünden irdeledik.
Onun seçim sonundaki tepkilerini kovalarken
yanımıza almayı unuttuğumuz tansiyon ilacı ve diş macunu
dolayısıyla her sabah kendisini andığımız gibi, imrenilecek her
yaşam örneğinde de kulaklarını zonklattık!
Yine onun yüzünden(!) önceden çalışamadan
gittiğimiz şehirlerin beklenmeyen hoşluklarını paylaştık. En çok da
şehrin meydanında kurulan açık hava sinemasından etkilendik;
imrenilecek onca şey varken.
Sinema deyip geçmeyin, bu bir yerel yönetim
etkinliğiydi ve halkın katılımı ücretsizdi. Şehrin en büyük
meydanına kurulmuş perde ve izleyici koltuklarından oluşan
sinemada, her akşam başka bir film sergileniyordu.
Ülkemizdeki taşra belediyelerinin halka hizmet
uğruna yüzbinlerce lira masrafla getirttiği sanatçı(!)
etkinliğinden farklılığını, gece meydana girince anladık. En az bin
kişi, gündüz görüp dudak büktüğümüz izleyici koltuklarını
doldurmuş, yerlerde ve meydana bakan kafe masalarında
oturmaktaydı.
Koskoca ortaçağ "Piazza" sı, kapalı sinema
ciddiyetini sürdüren yerel halktan ve turist konuklardan oluşan
insanlarla doluydu. 1968 yapımı bir kült kovboy filmi, hep
birlikte, o şehrin tarih ve kültürüne saygı duyarak, sessizce ve
dilkatle izlenmekteydi.
Muharrem İnce bunun neresinde diyeceksiniz... Açık
hava sinemasında gördüklerimiz ülkemizde eleştirdiğimiz, sanat
etkinliği adı verilen panayır aktivitelerinden tabii ki farklıydı.
Ama bundan da öte, asıl önemli olan o coğrafyayı ve tarihi hak eden
insan davranışındaydı. Siyasetin ana malzemesi olan
insanın...
O ülke kimbilir kaç yüz yıl önce, nice Muharrem
İnceler öncülüğünde, insanlığın ilerleyişini engelleyen doğmalar,
inanışlarla savaşarak, nice etkileşimlerden süzülerek bu düzeye
gelmişti. Bunun bir göstergesi de, Avrupa'nın en eski
üniversitesinin, anılan şehirde, bin yıldan beri varlığını
sürdürüyor olmasıydı.
Korkunç alt üst oluşlar yaşamışlar, sonunda da
günlük politikalarla, ara rejimlerle bozulamayacak yapılar
oluşturmuşlardı. Bu şehirler yüzyıllardır çekilen acıların ekmeğini
yiyorlardı. Onlara bu yüzyılda halkları peşinden sürükleyecek dahi
liderler değil, küçük dokunuşlarla fark yaratacak sıradan
politikacılar bile yetiyordu. Çünkü artık kurumların üstünlüğü yani
demokrasi yerleşmişti.
Muharrem İnce'lerin işi işte bunun için kendi
ülkesinde zordu. Hak etmeden bir üst sınıfa geçirilmiş öğrencilere,
hazmetmiş olması gereken derslerin devamını öğretecekti,
olmadı...