Gelinliğini diken terzi Marika, 1922 Ekim’inde doğduğu topraklardan göçe zorlandığında ninem çok üzülmüş olmalı. Ayrı mahallelerde otursalar da, yaşamın akışı içinde birlikte olduğu insanların yerlerinden koparılış acısını ninem kim bilir nasıl hissetmiştir.
Şehrin Müslüman çoğunluğu ve Türkçe konuşan Ortodoks Rum ahalisi, Anadolu’nun her köşesinde olduğu gibi Alanya’da da barış içinde yaşamış. Rumlar Türk kasaptan alışveriş yaparken, yemenileri Rum zanaatkâr dikmiş. Alanya belediye meclisinde nüfusları oranında yer almışlar.
Kasaba merkezindeki ticari yaşamın dışında, iki halk özelikle kutsal günlerde birbirini ziyaret etmiş. Akıllı bir kadın olan ninem mutlaka nasıl söyleneceğini öğrenmiştir ama tanışlarını tebrike gittiklerinde nasıl dil kullandıklarını hep merak ederim.
Paskalya ya da Noel kutlamasında örneğin, “Noel’iniz mübarek olsun” mu demişlerdir? Ya da Rumlar Ramazan’daki karşı ziyaretlerinde, kendi özel günlerinde kullandıkları, “Çok senelere” sözünü nasıl uyarlamışlardır? Mesela, “Hayırlı bayramlar” mı demişlerdir, yalınca?
Yortularında konuk olan misafirlerine kutsanmış şaraptan ikram eden evin hanımı, “İç Atiye hanım, bu kadardan bir şey olmaz” demiş olmasın! Ninem de onlara kendi bahçesindeki tespih ağacından yaptığı 99’luğu, “Al kız, sen de bunu çeke dur, bu herif milletine ancak böyle sabredilir!” kontratağını çekmemiş midir?
Yalnızca ölüm olduğunda çan çalınmasına izin verilen kiliselerdeki törenlere, kaybedilen kişiye saygı olarak Müslüman ahali de katılmış mıdır? Onlar kandilde Cami ziyareti? Ne yazık ki yalnızca kasaba merkeziyle sınırlı kalan bu etkileşim ve oluşan hoşgörü, Rumların yaşamadığı kırsal alanı hiç etkilememiş. Şehrin genetiği böyle kodlanmış…