Oyumu erkenden kullandıktan sonra kendimi denize attım. Plaj hazırlanmış, konuklarını bekliyordu. Gittikçe büyüyüp sarkan yan hava yastıklarıma(!) su serperek serinliğe alıştım ve yürüyerek açılmaya başladım.
Yüzmek için suya atladığımda beynimden gelen “cozss” sesi beni kendime getirdi. Günlerdir nasıl bir yükleme yapılmışsa, deniz suyu soğutması devreleri yanmaktan kurtarmıştı.
Suyun kaldırma gücüyle kendimi hafiflemiş hissettim. Sırt üstü, öylesine yatıp gözlerimi yumdum. Güneşe doğru bakarken, göz kapaklarımı çok sıkarsam dünyam kırmızılaşıyor, gevşetirsem de sararıyordu. Ama her halde de, insanı başka dünyalara götüren çınlamalar sürüyordu…
Suya daldığımda çok uzaklardan gelen rölantideki Pancar motoru sesini duyuyordum. Başımı çıkardığımda ise sabah mahmurluğunu henüz atamamış şehrin belli belirsiz uğultusu baskındı.
Denizin sakinleştirici etkisi hemen kendini göstermiş ama beni bu kez başka bir faza geçirmişti. Açıldığım için şehri daha panoramik görüyor ve değerlendirme yapabiliyordum.
Tarihi yarımadanın Antik dönem sakinleri ve ardılları da denize girerler miydi? Onlar da benim gibi, bulundukları coğrafyayı, uzayıp giden kumsalı seyredip hayaller kurar mıydı? Oy kullandıktan sonra denize girerler miydi?! Birden aklıma geldi; onların başında belki de tiran olabilecek hükümdarları vardı, günümüzle nasıl benzetme yapılabilirdi ki!