Bu yıl 54.’sü gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu (TUR), ülkemizin TED Open’dan sonraki en uzun soluklu organizasyonu. TUR aynı zamanda Türk bisikletinin onur yarışı.
TUR’un babası sayılan Talat Tuncalp’ın, büyük bir öngörüyle yarışı Cumhurbaşkanlığı’nın himayesine almasıyla bugünlere gelebilmiş olmalı. Dünya bisikletinde önemli bir konuma gelmesini ise son on yıldaki federasyonun vizyonerliğine borçlu.
Son üç yıldır işbaşında olan bisiklet federasyonu işte bu mirası devraldı. Ama Türkiye’nin her alanını kapsayan siyasi yönetim biçiminin sporu da etkilemesinden TUR kendini kurtaramadı. Ya da, zaten bu yolda çalışacak bir yönetimin işbaşına getirilmesi tercih edilmişti.
TUR son yıllarda, dünyadaki benzerlerinden farklı olarak spor organizasyonu özgeçmişi olmayan, ancak taşeronlara parça işi yaptırarak düzenleme yapan bir firmaya havale ediliyor. Organizasyon içinde korku hâkim kılınıyor. Organizasyona ilişkin bir olumsuzluğun paylaşılmaması sıkıca tembih ediliyor!
Aynı ülkedeki korku iklimi gibi, gazetecisinden çalışanına kadar her birime, yarış içinde yani sistemin içinde yer verilerek mutlu olması sağlanıyor. O kadar…
Daha da fenası, yine siyasi rejimin bir yansıması olarak yalanlar, hadi insaflı olalım yanlış bilgilerle dolu bir iletişim yöntemi TUR’u esir almış durumda.
Örneğin, dünyanın en prestijli kategorisinde yer almasına karşın, ön sıralarda yarışacak Türk sporcusu eksikliğini yansıtmamaya çalışıyorlar. Yarattıkları kahramanlara, sahip olmadıkları nitelikleri yükleyerek herkesi kandırmaya çalışıyorlar. İşin daha da kötüsü o gençleri rejimin birer sözcüsü yapmaktan kaçınmıyorlar.
TUR parkurunun düzenlenmesi sırasında yasaklı şehirler(!) ya da İstanbul Caddebostan gibi sakıncalı bölgeler parkurda yer almıyor. Ama tünel, köprü, otoyol gibi bir bisiklet yarışı için hiç de cazip olmayan ama iktidarın övünç kaynağı saydığı yapıların yer aldığı yerler özellikle isten...