Birinci(!) 15 Temmuz’da şehrin merkezindeki aktiviteye tanık olmuş birisi olarak, kalkışmanın yıldönümünün nasıl geçeceğini merak etmekteydim. Hatırlatayım; son derece muhafazakar bir çekirdeğin siyasi yapıyı belirlediği, çok göç almış ve Türkiye'nin kitle turizmi yapılan en büyük yerleşimindeyim...
Şehrin çok farklı bileşenlerden oluşan siyasi ve idari yapısı gereği (yok, İsviçre kantonlarından birisinde değilim!) herkes kendi meşrebine göre slogan ve afiş bazında hazırlığını yapmıştı. Devlet resmi kurum panolarında “Destan” yazarken, MHP FETÖ’cülerin “Gayrı meşru çocukluğu” na vurgu yapmaktaydı. Çarşı esnafı da “Ne olur ne olmaz!” deyip bayrağını asmıştı.
Günlerdir 12 saat nöbetiyle anma etkinliğine hazırlanan polis, toplanma alanına doğal olarak ilk gelenlerdi. Sonra döner ekmek ikramı konusunda bilgisi olanlar yerlerini aldı. Bir arabadan mehter çalarken, diğeri de dombrayı sonuna kadar açmıştı. Başka da ses duyulmadı. Daha sonra yapılan bir anons ile yürüyüş başlangıç yerine gidilmesi çağrısı yapıldı.
Protokol öncülüğünde yapılan yürüyüş son derece sakin başladı. O sakinlikte, “Şimdi ne sloganı attıracağız biz bunlara?” çağrısı gülerek karşılandı. Yürüyüş kolu ilerledikçe guruplaşmanın olduğu anlaşıldı. Yalnızca bir guruptan tekbir çağrısı yapıldı, yanıt çok cılız kaldı.
Yürüyüşte, idari amirinin emri gereğince orada bulunmak durumunda olan memurlar; Anadolu'nun her köşesinden gelip şehre yerleşmiş genç, yaşlı emekliler; siyasi parti temsilcileri; kapkara çarşaflılar; kırsal bölge insanı ve de daha önce ilerici platformlarda gördüğüm aydınlık yüzler de vardı.
Mesela, yaşamını yalnızca turizmden kazanan çarşı esnafı yoktu. Otellere İŞKUR aracılığı ile çalışmak için girebilmiş, bir kaç ay sonra işini kaybedecek genç insanlar yoktu. Öğrenciler keza yer almadı. Lümpen diye tanımlanan, çoğu niteliksiz işgücüne katkıda bulunan ve toplumsal olaylarda görmeye alıştıklarımız da yoktu.