KİLİSE egemenliğinde geçen ortaçağa son veren üç devrimden söz
edilir:
Birincisi, coğrafi keşifler...
İkincisi, matbaanın icadı ve izleyen teknolojik buluşlar.
Üçüncüsü, kilise egemenliğine son veren laik düzene geçiş.
Bu üç devrimden en zorlu, en sancılı ve en kanlı olanı üçüncüsüdür:
Kilisenin egemenliğine son veren laik düzene geçiş. (Batı
literatürü çoğunlukla laiklik yerine seküler kavramını kullanır
ancak Türkiye’de iki kavram eşanlamlı olarak kullanılmaktadır,
ikisi arasında fark ayrı bir konu olduğu için bu yazıda göz ardı
edilmiştir.)
Kilisenin siyaset ve devlette egemenliğine son veren sürecin
başlangıcı, Martin Luther’in 1517’de Wittenberg Şatosu Kilisesi’nin
kapısına bireyin Tanrı’yla doğrudan ilişkisini savunan doksan beş
tez asması kabul edilir. (Henry Kissinger, Dünya Düzeni, Boyner
Yayınları, s. 27-30)
Martin Luther’in 1517’de başlattığı Protestan hareketiyle Katolik
Kilisesi arasında 100 yılı bulan çatışmaların doruk noktası 1618
yılında başlayan ve 1648’e kadar süren 30 Yıl Savaşları’dır. Bu
savaşlarda Avrupa nüfusunun üçte ikisi savaş, salgın hastalık ve
açlıktan ölmüştür.
30 Yıl Savaşları Hıristiyan dünyanın mezhep savaşlarıdır.
VESTFALYA BARIŞI
Barış, 1648’de sona eren 30 Yıl Savaşları’ndan sonra Almanya’nın
Vestfalya (Westphalia) bölgesinde yapılan konferansla
sağlanabilmiştir. Vestfalya Antlaşması’nın tarihi önemi ortaçağdan
modern çağa (yeniçağ) geçişte Avrupa’nın temel düzenini
oluşturmasıdır. Sonuç itibarıyla Vestfalya’nın önemi, laik sisteme
geçişin ilk adımı sayılan Avrupa’daki yeni düzenin yapı taşının
dini inanç değil, devlet olduğunun kabul edilmesidir. Devletlerin
egemenliklerinin karşılıklı olarak tanındığı, içişlerine müdahale
edilmemesi ilkesinin geliştirildiği ve din değiştirme baskısına son
verilmesinin karara bağlandığı bu antlaşma aynı zamanda ilk
uluslararası düzenin de temeli sayıldı. Vestfalya ile evrensel
kilise nihai meşruiyet kaynağı olmaktan çıktı, Kutsal Roma
İmparatoru makamı da zayıflayıp ortadan kalktı. (Kissenger, age.,
s. 35-38)
Sürecin vardığı nokta laik devlet yapısıdır ve bedeli çok kanlı
olmuştur.
IRAK VE SURİYE SAVAŞLARI
Şimdi Irak’ta ve Suriye’de çok kanlı bir içsavaş yaşanıyor ve
maalesef özü itibarıyla iki ülkedeki savaş da mezhep savaşı
niteliğinde...
Taraflar Sünni ve Şii olarak iki cephe halinde, süper devletler de
kendi çıkarları itibarıyla farklı cepheleri destekliyorlar.
İçsavaşta mezhep nedeniyle birbirinin kanını dökenlerin,
emperyalist güçlerin hedefleri hakkında ne kadar bilgileri var, ne
kadar bilince sahipler? Savaşın yayılması ve Türkiye’ye
sıçratılması çabaları da göz ardı edilemeyecek noktaya geldi.
Türkiye bu savaşı içine almamak için elinden geleni yapmalı.
Sosyolojik ve siyasal açıdan ulusal birliğini ve ülke bütünlüğünü
korumak amacıyla ulusal nitelikte ve mezhepler üstü bir konum
almalı ve bu amaçla politikalar geliştirip uygulamalı.