Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu F. Gülen’in
40 yıllık “sızma” hareketini mercek altına alarak, bir yıllık bir
çalışma sonunda kamuoyuyla paylaştı.
Bu çalışma ile F. Gülen’in 80 adet Türkçe yayımlanmış kitabı,
sohbet şeklindeki videoları ve Sızıntı dergisinde yer alan
makaleleri incelenerek, malum şahsın ipliği pazara
çıkarılmıştır.
Görüldüğü üzere, bu hareketin din adına en büyük tehlikesi, Allah
c.c. inancını yıkmak ve onu tamamen çığırından çıkarmaktır. Bu
cümleden olarak, Allahü Teâlâ’nın ulaşılabilir olduğunu söylüyor.
Halbuki Allah c.c. ötelerin ötesidir; namütenahi ötelerin
namütenahi ötesidir. İnsan akıl ve idrakinin ve tasavvurunun çok
ötesindedir. Akıl ve hayal gücünün bulduğu hiçbir şey O değildir.
O’nun anlaşılmazlığını anlamak, anlamanın ta kendisidir.
F. Gülen ise, kendisini Peygamber’in (aleyhisselam) bile üstünde
görüyor; gaybı (bilinmeyeni-geleceği) gördüğünü iddia ediyor ve Hz
Muhammed’i, Ruh-ul Kuds ilan ederek İslam’ın tevhit inancını
kökünden yıkıp onun yerine Hıristiyanlık’taki Teslis (üç ilah)
inancını ikame ediyor.
Burada bir parantez açıp, dinimizin ne denli garip olduğunu ve kul
planında nasıl sahipsiz kaldığını üzülerek görmekteyiz. Adam, din
adına dini ifsat ediyor; başta Diyanet olmak üzere, hiçbir
ilahiyatçıdan ve sözde din âlimlerinden ses seda
çıkmıyor.
Kırk sene boyunca bu meczuba cami kürsüleri, mihrapları, radyo ve
televizyon mikrofon ve ekranları emanet ediliyor; o zehrini
kustukça tüm yetkililer sorumsuzca seyrediyor. Ve hatta
alkışlıyor!
Hadi diyelim; Diyanet’in teftiş sistemini (murakıpları), amiri
pozisyonundaki müftüleri... ve hatta Diyanet’in bağlı olduğu Devlet
bakanlarını ele geçirdi (!) ve bunların sesleri solukları çıkmadığı
gibi, bunların hepsi bu meczubun lehinde rapor verdiler.
Bağımsız ve bağlantısız olan onca ilahiyat fakültelerimizin anlı
şanlı Prof.ları ve camilerin vaaz kürsülerini inleten onca din
âlimlerimiz neredeler? Dini içeriden yıkmaya çalışan bu adamın kırk
yıllık hezeyanları nasıl görülmez ve millete gösterilmez?
Diyanet, kırk yıl sonra böyle bir çalışmayı yapıyor da, kusulan ve
en ücra köşelere kadar sirayet eden bu zehrin öldürdüğü gönüllerin
hesabını kim verecek; kim veya kimler bu vebalin altından
kalkabilecek?
Burada bir parantez daha açıp, tarihi bir hakikati dillendirelim;
1911 yılına kadar, doğrudan padişaha bağlı “Huzur hocaları” vardı.
Bunların bir görevi de din adına basılacak kitapların
incelenmesiydi. Dini ilimler yönünden yetkin (ulema) bu kişilerce
uygun görülen eserler neşredilebilirdi. Dolayısıyla, şimdiki gibi,
ortalıkta yer alan, her kafadan çıkan acayip dinler, din
anlayışları oluşmazdı.
İttihatçılar 1911 yılında mason olan Musa Kazım’ı şeyhülislam
yaparak bu önemli kurulun işine son verildi; bundan böyle
yetkili-yetkisiz önüne gelen herkes, kendi niyet ve meşrebine göre
din kitabı yazıp neşredebildi.
Hele daha sonraki, dine kayıtsız kalınan yıllarda halk dinden
uzaklaştırıldı. Yer üstünde kendilerine yer bulamayan din ve din
arayışındaki kişiler yerin altına indi!
Uzun yıllar bu ülkede sağlıklı bir din eğitimi yapılamadı. O
boşluğu yerin altına çekilip, gizlice din eğitimi verenler
doldurdu. Devletin gözetim ve denetiminden uzak bu yapıların
içinde, en hayırlısından en hayırsızına değin her çeşidi var.
Nitekim bunlardan birinin sözde yansıması olan FETÖ, devletin hemen
her kurumunun kılcallarına kadar sızarak ve gerçekleştirdiği üst
üste darbe girişimleriyle onu ele geçirmeye çalışmıştır.
Sapık ve sapkın bir adam müsveddesi, insanları din diye sapık bir
din anlayışının peşinde sürüklüyor; yani insanları dinden imandan
ediyor. “Allah c.c. bana tecelli ediyor”, “Peygamber (aleyhisselam)
şu anda cemaatin arasında” diyerek, onu ayağına getiriyor ve
“kendisinin Peygamber’i aşıp ilahlık kazandığını” söyleyen böyle
bir zındığı, bu toplum tam kırk yıldır baş tacı ediyor!
Neden? Ama neden?