Dün olduğu gibi bugün de ülkemizdeki siyasetçiler, özellikle
iktidarda olanlar (dün başbakanlar, bugün Cumhurbaşkanı) sürekli
toplumun huzurunda olup, devamlı konuştular, konuşuyorlar ve
konuşacaklar.
Bu durum ise, yalnızca bizim demokrasimize (gelişmekte olan)
özgüdür. Batının gelişmiş demokrasilerinde her kurum ve kuruluş
yerli yerinde olduğu ve hemen herkes görevinin bilincinde olup
gereğini yaptığından, siyasilere fazla bir görev düşmez.
Dolayısıyla çok konuşmazlar.
Yine bu durum, aynıyla medyalara da yansır; bizde gazetelerin
birinci sayfaları siyasi haberlerle dolu iken, Batıdaki gazetelerin
birinci sayfalarında çok az siyasi haberlere yer verilir.
Bundan dolayı da, bizdeki günlük gazeteler, siyasi olmak
durumundadır.
Başka bir tenkit konusu da; Başkanın yalnızca siyasi konularda
değil, hemen her konuda konuşup adeta ahkam kesmesidir.
Bir kere şu hususun üstünü çizelim ki, sorumlu mevkilerde olan hiç
kimse, üzerine vazife olmayan konulara burnunu sokup o konularda
konuşmak istemez. Burada bir parantez açıp, sorumsuz kişilerin her
konuda ahkam kesip, mangalda kül bırakmamaları; bahsi diğer olup,
kayda değmez..
Siyasetçinin boynunda davulu asmışız, müsaade edin de tokmağı da
onun eline verelim!
Siyasetçiyi tüm yanlışlardan ve olumsuzluklardan sorumlu tutuyor ve
lakin yapılmakta olan yanlışlıklara veya noksanlıklara karşı
müdahalesini (konuşmasını) çok görüyoruz.
Herkes ve her kurum, kendi sınırları içinde haddini bilip görevini
yaparsa, siyasetçi neden konuşsun ki? Ne diye müdahale etsin
ki?
Bakınız; yargı kurumu, siyasetin vermesi gereken kararı
(yerindelik) kendisi veriyor ve haddini aşıyor. Siyasetçiyi iş
yapamaz kılıyor. Halbuki o işin hesabını halk, seçimlerde
siyasetçiye soracak, yargı kurumuna değil.
Böyle bir durumda siyasetçi konuşmasa, halkın kendisine verdiği
emanete ihanet etmiş olur.
Demek ki; bizim ülkemizde çok ihlal var, çok hak gaspı var, çok
yanlış var; bu yüzden çok konuşuluyor.
Başka bir örnek vereyim: Siyasetçinin önünde başörtülü kızların
öğrenim haklarının engellenmesi konusu vardı. Konu, insan haklarını
olduğu kadar din hürriyetini de ilgilendiriyor. Bakıyorsunuz; insan
hakları veya dini konularda mangalda kül bırakmayan ilgililerde çıt
yok; konuşan da yanlış konuşuyor.
Elbette Cumhurbaşkanı ve Başbakan konuşmadan bu mesele
halledilmeli. Başta Diyanet olmak üzere, ilahiyat fakülteleri,
insan hakları savunucuları susunca, konuşmayınca; halk da çözümü
siyasetten bekleyince, mecbur kalınıyor ve o konuda da
Cumhurbaşkanı yahut başbakan konuşuyor.
Ayrıca, liderin bir görevi de gündem belirlemektir.
Aksi halde; ya kendisi gündem olur, ya da yapılan gündemlerin
peşinde koşmak zorunda kalır! Bu durum ise, lider için bir
noksanlıktır.
Bu durumu hazmedemeyip kızanlara ve hatta diş gıcırdatıp küplere
binenlere, ufak bir uyarımız olacak: Buna alışmalısınız; ya
kendiliğinizden ya da müsekkin alarak…
Zira coğrafyanın kader olması gibi, bu hal de, bu coğrafyanın
kaderidir.
Not: Sevgili okuyucularımın Cumhuriyet Bayramlarını kutlar,
esenlikler dilerim. F.B.