Haftaya bugün sandık başındayız. Türkiye, son iki yüz-iki yüz
elli senelik ma’kus tarihinin en önemli seçimlerini yapacak. Zira
bu seçimlerle millet, rüştünü ispatlayacak ve asırlık
boyunduruklardan azade olacaktır!
Ta geçen asrın başından beri (İttihat ve Terakki dönemi) seçim
yapmamıza rağmen; bunların hiçbirisinde millete bu hak (rüştünü
ispat etme) tanınmadı. Millet sandığa gitti gitmesine de; sandıktan
çıkanlar hep milletin tersine gittiler! Hep millete rağmen iş
yaptılar.
Çok açık tabiriyle millet, seçimlerle oyalandırıldı. Kendisine;
sandığa gidiyorsun ya; daha ne istiyorsun? Sen oyunu at, gerisine
karışma! Gerisini biz tanzim ederiz, dendi ve öyle yapıldı.
Vesayet odakları, sürekli millete tuzaklar kurdu! 1950 senesindeki
DP iktidarıyla; bu tuzaklardan kurtulur gibi oldu (milletin
istedikleri kısmen de olsa yerine getirilmeye çalışıldı); milletin
iktidarı başına yıkıldı!
O güne değin emir-komuta şeklinde işlettikleri vesayet rejimini bu
kez anayasal teminat altına aldılar. Milletin seçtiklerinin
elini-kolunu bağlayan ve onları yalnızca belediye hizmetleriyle
sınırlı kılan 1961 anayasasını yürürlüğe soktular. Artık millî
iradeyi, sandıktan çıkanlar yansıtmıyor; demokrasinin bu
hayati görevi atanmış vesayet kurumlarına veriliyordu.
1982 anayasası da bu hâli perçinledi. Bundan böyle gelip geçen tüm
iktidarlar (ister tek başına, ister koalisyon şeklinde)
hükümetçilik oynayıp gidiyorlardı. Nitekim; önce Meclis’in üzerinde
bir Senato ihdas ettiler. İhtilal’i yapan subayları buraya ‘Temelli
senatör’ olarak; kayd-ı hayat şartıyla oturttular. Yani, bu zevat
yaşadığı müddetçe; Millet Meclisi'nden gelen kanunları bir kez daha
inceleyerek karar altına alacak!
Bununla yetinseler iyi; Cumhurbaşkanlığı makamını, Anayasa
Mahkemesi ve diğer yüksek yargı kurumlarının hepsini (mahut
TAY’lar), YÖK’ü, vesayet kurumlarının ‘üssü’ yaptılar! Hükümet bir
adım atmak istese, karşısında mahut kurumları buluyor ve kendisine;
millete dönük adım asla attırılmıyordu.