Ta Tanzimat gününden (1839) tevarüs ettiğimiz, bürokratik oligarşiyi iliklerimize değin içselleştirdiğimizden olacak ki, kafa yapılarımızı demokrasiye bir türlü endeksleyemedik.
Bu hastalıklı halin temelinde halka karşı güvensizlik ve halka rağmen iş görmek kurnazlığımız yatmaktadır.
Bu toplumda, kendilerini seçkinci gören ve halka tepeden bakan zümrenin demokratlığı işte bu kadardır. Bunların partileri kazanırsa, yaşasın demokrasi, aksi halde; “Bu millet cezalandırılmalıdır!”, “Bu millet ne ki, seçtikleri ne olsun?”, “Millet hastadır, hastaya ilaç sorulmaz, zorla da olsa yutturulur!”; “Rüştünü ispatlayamamış bu millet, kendi başına bırakılamaz”; “Bu milleti kendi haline bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider!”; “Bu milleti, özlem ve beklenti içine sokmamak için, meşguliyetle tedaviye tabi tutmalıyız!”.
Batı, bizi bizden iyi tanıyor; senelerce uğraşarak bizi, her şeyimizle birlikte çözdü ve reçetemizi yazdı. Kısacası, nabzımızı ölçtüler ve o nabza göre şerbet veriyorlar.
O yüzden, bize....