Vesayetle illetli (hastalıklı) olması yüzünden demokrasiyi kâmil manada kurumsallaştırıp içselleştiremedik. Bu köhne yapıda, Sezar’ın hakkı Sezar’a verilmediği için, önüne gelen kurum, ‘Ali kıran baş kesen’ kesilmiş ve böylece bürokrasi millete hizmet etmek yerine, millete zulmeden, dayatan ve milleti canından bezdiren yapıya dönüşmüştür.
Biz, bu hali, Osmanlı’da Tanzimat sonrası oluşturulan ve özetle ‘Padişaha haddini bildirecek’ ve ‘Bundan böyle gavura gavur denmeyecek’ diskurundan (söylem) devşirmiştik.
Osmanlı’nın son yüz yılında ve onu takip eden Cumhuriyet döneminde uygulamaya koyduğumuz bürokratik sistemi Fransızlardan almıştık. Fransa bu sistemi Afrika’daki sömürgelerine uyguladı. Bir müddet sonra, uygulanmakta olan bu sistemin zalimliğine kanaat getiren Fransa bundan vazgeçti.
Ama gelin görün ki, Batı hayranlığı bizim gözlerimizi öylesine kör etmişti ki, bürokrasi adına halka dayatılan bu zulümleri görmediğimiz gibi, bunlara yenilerini de eklemekten geri durmadık.
Millete hizmet için, milletin işlerini görmek için görevlendirilen memurlar, halkı insan yerine koymadılar. Vatandaşın işini çözmek için değil, çözmemek için adeta yırtındılar.
Aynı insan tipinin, masanın önündeki ve ardındaki halleri arasında dağlar var. Öyle ki, masada oturan kişiye öz babası, herhangi bir işi için başvursa, babasını tanımaz ve herkese yaptığı gibi ona da ‘bugün git yarın gel!’ diyecektir.