Türkiye’miz içeriden ve dışarıdan kuşatma altındadır. Geçen asrın başlarında da durum aynıydı. O vakitler; Devlet-i Aliye’miz henüz yıkılmamış ve başında Sultan 2. Abdülhamid bulunuyordu. Sultan da görevi; şeytan üçgeninden devralmıştı. Önceki Sultan, paşaları marifetiyle tahtından indirilmiş ve şehit edilmişti. İngiltere ve Mason Locaları ile iş tutan mahut paşalar güruhu, 5. Murad’a oynamış ve hatta, kendisini tahta çıkarmalarına rağmen, kendisindeki delilik emareleri yüzünden, sinsi planlarında değişiklik yapıp; Meşrutiyet sözü aldıkları Abdülhamid’in sultanlığını kerhen de olsa kabul etmek zorunda kalmışlardı. Abdülhamid Han, iç ve dış düşmanlarını çok iyi biliyordu; dünyanın en önemli haber alma teşkilatını kurarak; oynatılmak istenen oyunları önceden öğrenip bozdu. İmparatorluğun dört bir yanında; maddi ve manevi kalkınma hamlelerine girişti. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de (Tıp fakültesi) okuyan her öğrencinin önüne bir mikroskop sağladığı gibi; senenin sekiz ayı kar altında kalan Bahçesaray’ın Arvas medreselerinin kitap ihtiyaçlarının tespit ve temini de sağlanmıştı. Abdülhamid Han’ın suçu ülkeyi kalkındırmaktı; tıpkı Tayyip Erdoğan’ın olduğu gibi.. O zaman da Sultan, hedef tahtasına oturtulmuş ve başta; sözde dinî ulema olmak üzere, kendilerine aydın süsü veren hainler güruhu el ele vererek; Hilafet makamına ateş püskürüyorlardı.