Dünyanın jandarması geçinen ABD, açtığı her cephede yenildikçe çılgına dönüyor.
‘İkiz Kuleler’in vurulma tiyatrosundan sonra, dünya ülkelerine seslenen ABD Başkanı George W. Bush, şu talihsiz cümleyi sarfetmişti: “Ya ABD ile birliktesiniz ya da ABD’nin karşısındasınız!”
ABD girdiği her ülkede, her çeşit rezilliği sergilemesine rağmen başarısız olmuş, bu ülkelerden adeta kovularak çıkmak zorunda kalmıştır. Zira girişleri de çıkışları da fillerin züccaciye dükkânına giriş ve çıkışları gibi olmuştur.
Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin halleri ortada.
Bush ya ABD ile birliktesiniz derken, eşit bir ortaklıktan veya yan yana bir silah arkadaşlığından bahsetmiyor, ‘Ya benim emrimin altına girersiniz’ diyor.
‘Ya da düşmanımız olarak karşımızda yer alırsınız’ diyor.
Düşman bellediği Çin’i, Rusya’yı, İran’ı ve emrine girmeyen müttefiki olan Türkiye’yi kuşatıyor. NATO ile kuşatıyor, ülkelerin komşularıyla kuşatıyor, ülkelere açtığı vesayet savaşlarıyla (terör örgütlerini başlarına bela ederek) kuşatıyor, ekonomik yaptırımlarla kuşatıyor.
Ve adeta bu ülkeleri kıskaca almak istiyor.
Rusya’nın dibine NATO’yu sokuyor, İran’ın ve Türkiye’nin etrafını ABD askeri üsleri ile çevreliyor. Yetmiyor, İsrail bahanesiyle uçak gemilerini Doğu Akdeniz’de konuşlandırıyor.
ABD bütün bu çılgınlıkları yaparken, tarihsel bir derinliğe ve siyasi bir akla ihtiyaç duymuyor. ‘Erişilmez bir gücüm var, bununla ben her şeyi yaparım’ diyor.
Her kuşun etinin yenemeyeceğini hesap edemiyor. Mesela İran ile Irak’ı karıştırıyor. Irak’ta rezil olan bir ABD, İran’da veya Türkiye’de ne yapabilir ki?
Rezilliğin daniskasını yaşar.
ABD, bu denli akılsız siyasetiyle dünyanın dibine dinamit koyduğunun farkında değil. Çin’le veya Rusya ile yapılacak bir nükleer savaşta, alev topuna dönecek dünyadan ABD sağ çıkabileceğini mi zannediyor?
ABD, Afganistan’da daha Taliban’la baş edemedi.
Kolu kanadı kırılmış, orduları dağıtılmış, en güçsüz haliyle Kurtuluş Savaşı veren Türkiye’nin bugünkü güçlenen yapısı dosta güven, düşmana korku salıyor.