Allah (c.c.) insanı eşya ve hadiseleri hükmü altına alması
ve yönetmesi için yarattı.
İnsanoğlu yaratılışı gereği açgözlüdür; yani doyumsuzdur. Öyle ki,
insanın sahip olduğu nefsi, hadsiz ve hesapsız şekilde Tanrılık
iddiasında bulunur. Nefsin arzuları öylesine aşırıdır ki; evrenin
idaresinde gerçek Tanrı ile ilahlıkta ortak olsa bile, gerçek
Tanrı’yı yok edip, tek başına kalmak ister.
İnsanoğlundaki bu özellikleri en iyi onu yaratan bilir. İşte
insanoğlunun doğuştan sahip olduğu bu özelliği ile çamura
saplanmaması için, Allah ona kurtuluş önderleri (Peygamberler) ve
kurtuluş reçeteleri (Kutsal kitaplar) göndermiş ve böylece
hastalıklarından kurtulup erdeme ve saadete kavuşmasını
dilemiştir.
Allah (c.c.) insanoğlunu dünya yaşamında sınava tabi tutmuş;
merhametinin ifadesi olarak da, sınav sorularını ve bunların
cevaplarını kendisine bildirmiştir.
Dikkat edilirse; sınav sorularının cevaplarını bilmek kafi
değildir; bildiklerini yapması gerekir.
Eczane raflarında duran en tesirli ilaçların bile kullanılmadıktan
sonra kimseye faydası yoktur.
İnsanoğlunun başına gelebilecek felaketlerin başında zulüm
gelmektedir. Zulme rıza göstermek, sessiz kalmak da zulümdür.
İnanan insan, şahit olduğu bir kötülüğü eliyle düzeltmekle
mükelleftir. Buna gücü yetmezse diliyle karşı koyacaktır. Buna da
imkan bulamazsa, kalbiyle buğz edecektir; onu beğenmeyecek ve
kınayacaktır.
Daha dün Arakan’da, bugün Filistin’de insanlara zulmediliyor ve
masum kanı akıtılıyor.