Sayın Cumhurbaş-kanı, geçen hafta sonu gerçekleştirilen, “Uluslararası Şehir ve Sivil Toplum Kuruluşları Zirvesi”nde yaptığı konuşmadaki itirafıyla çok önemli bir gerçeğe işaret etti: Medeniyetin şehir olduğunu belirten Sayın Erdoğan; “...şehir sadece mekân değildir. İnsanın etrafındaki tüm varlıklara dair tasavvurunun tecessüm etmiş (cisimleşmiş) halidir.
...Estetikten, incelikten ve köklü medeniyet değerlerimizden yoksun tekdüze bir mimari anlayışının giderek yaygınlık kazandığını görmekten üzüntü duymaktayım. Benzer taş yığınlarının olduğu bir şehir... Bu bizim medeniyetimizde yok.
Binalar yükseldikçe ufkumuz kararır.
(İstanbul’u kastederek) Biz bu şehre ihanet ettik. Hâlâ da ihanet ediyoruz. Ben de bundan sorumluyum...” dedi.
İnsanın insana yaptıklarını görüp, onu âlemin en vahşi yaratığı ilan ediyoruz ki, el-Hak doğrudur. Çünkü her şey zıttı ile kaimdir. Yaratılış itibarıyla en yüce mahluk olan insan, yapıp ettikleriyle de bu yüceliğinden baş aşağı yuvarlanıp dipsiz kuyularda yer alır.
İnsan, yalnızca hemcinsine karşı yaptıklarıyla değil, çevresine ve doğaya karşı yaptıklarıyla da insanlığından uzaklaşır.
Bunun da tipik göstergesini mimarimizde ve şehirleşmemizde görmekteyiz.
Beton yığınlarıyla göğü kapatmayı mimari zannederek, ilkelliğimizi ve doyumsuzluğumuzu ilan ettik, etmeye de devam ediyoruz.
Dünyanın incisi İstanbul’a yapılanlar ise, ihanetten öte katliamdır. Bu katliamın temsilcileri de belediye başkanından imar yetkililerine, belediye meclislerinden müteahhitlere, arsa sahiplerinden mimar ve mühendislere değin herkestir.
Bunların her birisi insanlığımızı, şehirlerimizi, çevremizi ve doğamızı katlettiler. Bitmedi; yarınlarımızı ve gelecek nesillerimizin dünyalarını da kararttılar.