Yarım asırdan fazla bir zamandır İstanbul’un kaldırımlarını çiğniyorum. Bu uzun süre zarfında hem Avrupa yakasında ve hem Anadolu yakasında ikamet ettim. Tahsil ve iş hayatım boyunca İstanbul trafiğini tepe tepe kullandım.
Umumi vasıtaların her çeşidini kullandığım gibi, özel otomobilimle de İstanbul’u her zaman dolaştım, dolaşıyorum. Bir vatandaş olarak, gazeteci gözüyle tespitlerim:
Ulaşımda bunca hizmete (alt ve üst yapı olarak) rağmen, İstanbul’un trafiği her geçen gün artmaya ve keşmekeş olmaya devam etti.
Üç tarafı denizle çevrili olmasına karşın, İstanbullu denizden hiçbir zaman istenildiği gibi istifade edemedi, edemiyor.
Mesela; Silivri, Büyükçekmece, Beylikdüzü, Küçükçekmece sahil kasabaları olmalarına rağmen vapurla veya deniz otobüsü ile tanışmış değiller.
Üstelik, anılan yerlerin sahil şeridinden gidilebilecek karayolu da mevcut değil.
Netameli olan İstanbul boğazına, kısmen kazıklı yol yapılabildi ancak, İstanbul’un Trakya bölgesi sahil yolundan mahrum.
Metro da olmayınca, e-5 ve TEM’deki izdihamı siz düşünün!
Çevre yolu olarak yapılan TEM’in her iki tarafında, çılgınca gökdelenler dikilmiş olduğundan; şehir içi yolu olma özelliğini taşıyor ve aynı izdihamı yaşıyor.
İstanbul’a seçilecek belediye başkanının en önemli görevi trafiktir. İkinci büyük ve önemli görevi ise, kentsel dönüşümdür. Üçüncüsü ise, İstanbul’daki dikey mimariyi yatay hale getirmektir.
Ve bundan böyle, asla dikey mimariye müsaade etmemektir.
Güya merkezi yerlerde katlı otoparklar yapılarak, toplu ulaşıma ağırlık verilecekti. Ne o otoparklar yapıldı, ne de yapılsaydı bile, mevcut toplu ulaşım araçları o yükü kaldırabilirdi. Zira bu haliyle bile insanlar balık istifi halinde seyahat edebiliyorlar.
Onlarca yılın ihmali ve çarpık yapılaşma yüzünden; onca ulaştırma hizmetlerini İstanbul adeta yutuyor, sünger gibi emiyor ve göstermiyor. Zira onların kıymeti ancak yokluklarında anlaşılır.
Şu metrobüs hizmeti olmasaydı, İs...