Türkiye, işgal ettiği coğrafya ve tevarüs ettiği tarih itibariyle güçlü olmak zorunda. Aksi hâlde; ya dik durup bir kaşık suda boğulacak, ya da eğilip bükülüp onun bunun güdümünde sürünecek!
Ta imparatorluk dönemimizden beri; oynanmakta olan oyunlar hep aynı gayeye matuf. Türkiye, ne vakit şahsiyetini müdrik olarak, millî politikalar güder ve istikametini kendi çıkarları doğrultusunda belirlerse; derhal hedefe konulup; batarya ile ateşe tabi tutulur.
Dün, imparatorluk devrinde Sultan Abdülhamit Han’a aynısını yaptılar. O zamanki ecnebi gazeteler de tıpkı bugünküler gibi; Tayyip Erdoğan hakkında yazdıklarını yazıyordu. Sultan kızıldı, despottu ve en çirkin ve çekilmez Türk’tü! O zaman da içimizdeki gazeteler (ruhlarını satmış), dışarıdaki gazetelerle el ele vererek Sultan’a ateş püskürüyordu.
İçimizdeki gafil ve bir kısım hain sözüm ona aydınlar da, aynı
koroya eşlik ediyorlardı.
Demokrasi dönemimizde de oyun değişmedi; CHP’den ayrılan ve millete
dönük politika üreten Adnan Menderes için de aynı koro, şeamet
tellallığı yaptı. Bu zihniyete göre; millete hizmet eden, milletin
kalkınmasını temin eden kişi veya kişiler ülkeyi bölüp uçurumun
eşiğine getirmektedirler! Bir bakıma doğru söylüyorlardı; zira,
ülkenin tüm kaynakları bölünmeden bir bütün olarak kendilerine (bir
avuç seçkinci zümreye) akıyordu. Menderes ve daha sonra da Turgut
Özal; bu kaynaklarda milletin de hakkı var diyerek; pastayı
böldüler ve millete dağıttılar.