Ta başından beri; özellikle CHP’nin İnönü zihniyeti, millete güvenmediğinden; sürekli olarak, millete rağmen politika üretmiştir. Bunu da; sözde seçkinler (Beyaz Türkler) ve kendilerince atanmış bürokratlar (resmî ve sivil) marifetiyle sürdüre geldiler.
Seçilmişlere (hükûmetler ve parlamento) yolcu gözüyle bakılıyor; mahut bürokratik zihniyet, hancı olarak kendilerini görüyordu. Yani adına demokrasi deyip; vesayet anayasalarıyla ‘güdük’ hâle getirdikleri rejimle; davulu seçilmişlerin boynuna asıp, tokmağı bürokratların ellerine verdiler.
Evet; görünüşte, milletin önüne seçim sandığı kondu ama sandıktan çıkanların gerçek iktidarlarına asla müsaade edilmedi. Siyaset, sürekli kuşatıldı; seçilenler, devlet yönetiminden özenle uzak tutuldu.
Millet, kendisine oynanan oyunun farkındaydı; bu yüzden sandığın, önüne konulduğu günden itibaren her seçimde CHP’yi sandığa gömdü ama onun da yapabileceği şey bu kadarla sınırlıydı.
Hepsinden önemlisi ise; CHP zihniyeti, yalnızca kendini rejimin teminatı görüp, kendilerinden olmayanları rejim (düşmanı!) ilan etmeleriydi.
CHP için iktidar, sandıkta hayal olduğuna göre; iktidara gelen tüm siyasi partiler ve bunların kurdukları hükûmetler, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm vesayet odakları tarafından kontrol (!) altında tutuluyor ve sudan bahanelerle; ya askerî darbelerle, ya da yüksek (!) mahkeme marifetiyle hükûmetler düşürülüyor, siyasi partiler kapatılıyordu.
Milletle öylesine alay ediyorlardı ki; seçilmiş hükûmeti devirip, yerine; CHP’lilikleri ayyuka çıkmış kişilerden oluşturdukları hükûmetlere ‘Partiler üstü!’ diyecek kadar alçalıyorlardı.