7 Haziran seçimlerinin üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden,
milletçe Hanya’yı Konya’yı gördük! Kimimiz zil çalıp oynadık,
kimimiz otuz iki dişini sıkmış, hüzünle etrafı seyrediyor.
Seçimlerden birkaç gün önce The Guardian gazetesi; "...
Batılılaşmamış, yoksul Müslümanların kendi ülkelerini yönetmelerine
izin verilemez!" diye yazdı. Aynı günlerin The New York Times
gazetesi de; NATO’yu Türkiye’ye müdahale etmeye çağırıyordu!
Bütün bunların tek bir sebebi vardı; o da Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Nitekim, aynı Batılı kaynaklar, seçimlerden sonraki tespitlerinde
de şu vurguyu yaptılar: "... Osmanlı düşürüldü!", "... 2. bin yılın
Selahaddin-i Eyyubisi durduruldu!", "... Tayyip Erdoğan son metroda
durduruldu!.."
13 yıldır Türkiye, tek partinin iktidar yönetimi ile vites
büyütülerek idare ediliyordu. Belli ki, bu durum birilerini
(içeride ve dışarıda) ürküttü. Dışarıda bir Ermeni aşı kaynattılar;
içerideki Kürtleri de bu aşa tuz-biber yaptılar! 7 Haziran
seçimlerinin özeti budur.
Organize işlerin varlığı, devlet ve millet hayatımızla yaşıttır. En
sonuncusunu ve tesirlisini son 40 yılda kurup yönettiler. Devlet
içindeki devlet yapılanmasını en son, dinî hüviyete bürülü paralel
bir yapının üzerinden yürüttüler. Neden, dinî bir cemaat seçildi
derseniz; cevabı basittir. Zira, Türkiye’nin yükselen değeri dindi;
onlar da oyunlarını dinî görünümlü bir yapılanma üzerinden
oynadılar.
Çok iyi hesap ettikleri gibi; dindar kadrolar işbaşına gelmişti.
Her kademede iş tutulacak kadrolar çoktan hazırdı. Zaten, iktidarla
kol kola yürüyor ve aynı yağmurda birlikte ıslanıyorlardı!
Bu ülkenin yüzde 99’u Müslümandı ve onca dinî cemaat de aynı
iktidarla yan yana yürüyordu. Neden onca dinî cemaatin hiçbirisi
değil de, yalnızca mahut cemaatin insanları, her kademedeki devlet
kadrolarını dolduruyordu? Bunun da sebebi açık ve basitti.
Birincisi, mahut yapı, 40 yıldır organize bir şekilde kadro
yetiştiriyor ve bunların atanmasında da yine organize şekilde
hareket ediliyordu.