Hiçbir partiye tek başına iktidar vermeyen 7 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye, hızla belirsizliğe itildi. Mahut çevreler AK Parti-CHP koalisyonuna asılıyor ve hatta buna kesin gözüyle bakıyorlar. Zira koalisyon için başka bir alternatif yok!
MHP’nin daha önce girdiği ve bedelini çok ağır şekilde ödediği koalisyondan ağzı öylesine yanmış ki; yoğurdu üfleyerek yiyor! Çok da iyi yapıyor; zira, demokrasi tarihimiz boyunca koalisyona iştirak eden partilerin kazananı olmamıştır. En çok da dillendirilen; İki ana eksen partinin bir araya gelmesi ile büyük sorunların çözülebileceği keyfiyetidir.
ANAP iktidarları sonrasında aynı durum; Süleyman Demirel’in DYP’si ile Erdal İnönü’nün SHP’si arasında gerçekleşti. Aynı hayaller, o koalisyon döneminde de kurulmuştu. Güya, yarım asırlık, düşmanlığı andıran didişmeler son bulacak ve Türkiye’nin devasa problemlerine çare bulunacaktı.
Beklenilenlerin hiçbirisi gerçekleşmediği gibi, sorunlar daha da arttı. Özal’dan intikam alınırcasına absürd icraatlara imza atıldı. Avrupa’nın en güçlüsü olan Alman ekonomisi, emeklilik yaşını 65’ten 67’ye çıkarırken; çökmekte olan Türkiye ekonomisinde Süleyman Demirel emeklilik yaşını 38’e (yanlış okumadınız, yazıyla otuz sekize) indirdi.
Bu ve bunu takip eden koalisyonlarla Türkiye, 2002 yılına gelindiğinde; ülkede, çoktan duvara toslanmış ve iflas bayrağı çekilmişti. Şimdilerdeki Yunanistan gibiydik.
Oysa kurulan onca koalisyonlarla millete neler vadedilmemişti! O vaatlerin her birinin öncesinde IMF’nin kapısına gidilmiş; sonuçlanmamış eski anlaşma şartları daha da ağırlaştırılarak yenilenmiş ve bütün bunların bedeli; yalnızca kemeri değil, ümüğü sıkılan millete ödetilmişti.