Mübarek Hocamız H. Hilmi Işık Efendi, tasavvufu; insanın kendini
tanıması ve haddini bilmesi olarak tarif ederlerdi. İbn-i Arabi
hazretleri ise; tasavvuf, zahir ve batında (içte ve dışta) dinî
adaba sahip olmaktır. Adap ise, güzel ahlaktır. Tasavvuf, her şeye
o şeyi memnun bırakacak tarzda yaraşan şekilde davranmaktır,
buyurur.
Zira, kendilerini tanıyanlar, ancak Rablerini bilirler. İnsanın
hakikati muhtaçlıktır. Muhtaç olduğunu idrak eden, hiç kibirli
olabilir mi? Olduğu takdirde, eşyanın tabiatına aykırı davranmış
olur. Bu hâl, yani kibirli olmak, kendinde olmayan bir özellikle
gözükmek istemek olur ki; yalanın daniskasıdır.
Bu kişiler (kibirliler), Allahü tealanın Kıyamet Günü yüzlerine
bakmayacağı üç sınıf insandandır. Kibirde şirk kokusu vardır!
Şirkten (Allahü tealaya ortak koşmaktan) ve kibirden maada bütün
günahlara Allahü tealanın sıfatları düşmandır ve bunların hepsi avf
ümidi taşır; şirke ve kibre ise, Allahü tealanın zatı düşmandır;
bunların karşılığı ise, ateşten başkası değildir!
Bundan dolayıdır ki; Allahü teala, kudsi hadiste; "Kibriya,
büyüklük benim örtüm, azamet izarımdır. Bunlardan birisinde benimle
çatışanı yok ederim" buyurur. Âyet-i kerimede de mealen; "Allahü
teala her kibirli zorbanın kalbini mühürler" buyurur.
İnsan ki, ilahi emaneti taşıyan cahil ve pek zalim olan mahluktur.
İlahi emaneti taşıması, Rabbani teklife muhatap olmasıdır. Allahü
teala, insanı bütün hakikatlerin toplayıcısı ve âlemdeki halifesi
yaparak bütün suretlerin gücünü kendisine vermiştir.