Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam) İslamiyet’i; "Allahü tealanın emirlerini üstün bilip, onlara hürmet etmek ve O’nun mahlukatına karşı şefkat ve merhametli olmaktır" şeklinde özetlemiştir.
Sevgili Peygamberimiz (aleyhisselam), Allahü tealanın ve O’nun kullarının razı olduğu bir Müslümanın nasıl olması gerektiğini; Muaz bin Cebel’e (radıyallahü anh) buyurduğu vasiyetinde açıklar:
"Ya Muaz! Sana vasiyet ederim ki, takva üzere ol! Hep doğru söyle. Ahdine sadık ol. Emanete hıyanet etme. Yetimlere merhamet et. Komşunun hakkını gözet. Kimseye kızma. Hep tatlı konuş. Her Müslümana selam ver. İmamın lazım olduğunu bil. Kur’an-ı kerimin yolu olan fıkıh bilgilerini öğren ve bu bilgilerden ayrılma. Her işinde ahireti düşün. Hesap gününe hazırlan. Dünyaya gönül bağlama. Hep güzel, faideli işler yap. Hiçbir Müslümanı kötüleme. Yalancı şahitlik yapma. Doğru sözü kabul eyle. İmam-ı adile isyan etme. Yeryüzünde fesat çıkarma. Her zaman, Allahü tealayı zikret. Gizli günahlara gizli tevbe et. Aşikâr günahlara aşikâr tevbe et!"
Kulun, değil ibadeti; tevbesi bile tevbeye muhtaçtır. Zira cennet, hiçbir ibadetin karşılığı değildir. Cennet, tamamen ihsan-ı ilahidir. Şu hâlde; Müslümanın yegane kurtuluş yolu, niyetini düzeltmesidir. Niyetin yeri kalptir; kalp ise, oynaktır. Asla bir karar üzerinde sabit olarak durmaz.
Kalbin bu denli değişken hâlinden Peygamberler (aleyhimüsselam) bile korkmuş; onların ve bütün âlemlerin Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) olan Efendimiz; "Allah’ım! Kalbimi, dinin üzere sabit kıl!" diye yakarmıştır.
"Mü’minin niyeti, amelinden üstündür" sözü hadis-i şeriftir. Bundan dolayıdır ki; dualarımızın başında; "Allah’ım! Niyetimizi halis eyle ve bizi niyetimize bağışla!" gelmelidir.
Allahü teala, kendisine yalvarıp yakaran ve dua eden kul istiyor. Hiç günah işlememiş olsa bile; dik başlı kuldan hoşlanmıyor. Günahkâr da olsa, boynu bükük kuldan hoşlanıyor. Zira "Duamız olmasa, bir işe yaramayacağımızı" kendisi buyuruyor.