Batılı mütefekkir Pascal’ın; hakikati arayıştaki sezgi gücü ve
aklı akılla mat edip, onu; kendi sınırlı alanına terk etmesi;
bibaşına kalan ve olanca hakikatiyle kamaşan aklın teşhis ve
tespitine bakın: "… Bana Allah (celle celalühu) lazım; ama haberini
filozofların verdiği değil; Peygamberlerin verdiği Allah… Hazreti
Musa’nın, Hazreti İsa’nın Allah’ı!.."
Aklın sınırlı olduğunu; Allahü tealanın ise sınırsız (sonsuz)
olduğunu ve dolayısıyla sınırlı olanın sınırsızı kavrayamayacağını
biliyor. Peygamberi nefesten nasiplenmeyen aklın, bibaşına bulduğu
ilahın, gerçek ilah (Allah) olmadığını ve böyle ilaha imanın da
Allahü tealaya iman olmadığını anlıyor.
Küfür ve irtidat bulutlarının tüm dünyayı sardığı 20. Asrın;
mazlum, mağdur ve mahzun güneşi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri
aklı tefsir ederken, şu izahatta bulunuyor: "... Akıl anlayıcı bir
kuvvettir. İyiyi kötüden, zararlıyı faydalıdan ayırt etmek için
yaratılmıştır. Bunun için; hakkı batıl ile karıştırabilecek
insanda, cinde ve meleklerde akıl yaratılmıştır. Allahü telanın
kendisinde ve O’na ait bilgilerde, hakkın batıl ile karıştırılması
olamayacağından, o bilgilerde akıl yalnız başına sened olamaz.
Mahluklara ait bilgilerde, hakkı batıl ile karıştırmak mümkün
olduğundan, bu bilgilerde aklın işe karışması doğru olur. Allahü
tealaya ait bilgilerde hakkı batıl ile karıştırmak istidadı
olmadığından, akıl, o bilgilerde yürüyemez. Rububiyyet,
yaratıcılık, her bakımdan bir olmak ister. Ayrılık olmadığı için,
orada aklın işi yoktur."
"... Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda
kalmaz. Herkesin aklı birbirine uymadığı gibi, bir adamın selim
olmayan aklı da bazan doğruyu bulur; bazan da yanılır ve yanılması
daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil,
mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Çok yanılan
bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret
işlerinde, nasıl olur da akla uyulur?