Bir talebesi; ikinci bin yılın yenileyicisi, İslam âlimlerinin
gözbebeği İmam-ı Rabbani hazretlerinden, hastalığından kurtulmak
için dua istedi. Mübareklerin, bu çok sevdikleri talebesine
verdikleri cevap; tehdit ve hiddet doluydu. Şöyle ki: "... Gelip
geçici, şu üç günlük dünya için şifa istiyorsun. Olmazsa ne olur?!
Oysa, hakiki hastalık olan; kalbinin hastalığı için şifa
istemiyorsun! Sen de biliyorsun ki, kalp hastalığının tedavisi,
ahirette ateşle olacaktır!"
Ehemmi, mühimme tercih etmek; yani, çok daha mühim olanı, az mühim
olana tercih etmek akıl kârıdır. Dünya geçici; hep sıkıntı veya hep
neşe içinde geçse ne olur? Nasılsa kısa bir zaman sonra hepsi
bitecek. Ama ahiret öyle mi? Sonsuzluk.. Oradaki bitimsiz azap
düşünülünce, insan aklı erir!
Şu hâlde; akıllı insanın yapacağı şey, ahiret işlerini dünya
işlerine tercih etmektir. Yani, dünyadan ziyade ahiret için
yaşamaktır.
Cenab-ı Hak, insanı, eşref-i mahluk (yaratılmışların en üstünü)
olarak yarattı. Bütün uzuvlarını, insanın kendisine verdi; birini
ise Uluhiyyetine ayırdı. O uzuv kalptir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: "Kalbin itminanı (huzura
kavuşması) zikir iledir. Yani Cenab-ı Hakk’ı hatırlamakladır.
Kalbin, birden fazlaya muhabbeti olmaz. (kalbin muhabbeti muhakkak
bir şeyedir). Ve maddelerin çokluğu, mal, evlat, makam ve medh
olunmak ve insanlar arasında makam sahibi olmak gibi muhabbetin
çeşitleri ve miktarları, her ne kadar birden fazla şeye kalbin
muhabbetini gösterse de, yine sevgisi birdir, o da nefsidir. Ve
onlara olan muhabbeti nefsine olan muhabbetin parçalarıdır. Zira,
adı geçen eşyayı kendi nefsi için ister. Nefsine olan muhabbeti yok
olsa, onlara olan muhabbeti dahi yok olur.