Geçen asrın ortalarına doğru Sovyetler bizden Kars’ı, Ardahan’ı
isteyip, boğazlardan hak talep edince, NATO’ya girmek zorunda
kaldık. Yani bizi veremle korkutup, KOAH’a razı ettiler.
NATO’ya kabul edilişimizi düğün bayramla kutlamıştık; Sovyetler’in
fiili saldırısından kurtulduk lakin NATO ile birlikte içeride kendi
kendimize ölüme terk edilmiştik!
Bulunduğumuz bu coğrafya güçlü olmayı ve kendi kendine ayakta
durmayı zorunlu kılmasına karşın, NATO yüzünden silah ve mühimmat
üretebilmek şöyle dursun, askerimizin potinini bile ABD’den
getirtiyorduk.
Uzun yıllar sefalet içinde kıvranan halk, sıtmadan kırılıyordu. Her
yanını saran bitlerden kurtulabilmek için de sonradan Türkiye’de ve
dünyada yasaklanmış olan DDT’den bile yoksundu.
NATO ile birlikte kinine (sülfat) ve DDT’ye kavuşan ve bu dertlerden kurtulan(!) halk, denize düşmüş haliyle yılana sarıldığını nereden bilsindi? Bu durum DDT’nin kanserojen zararından daha tehlikeli olup, halkın uyutulmasına ve NATO’yu emin liman bilmesine yol açtı.