Bayram ziyaretleri, kapı kapı dolaşmalar, aman konu-komşuyu,
akrabayı unutmayalım, hepsine de birkaç dakikalığına olsun
uğrayalım demeler çoktan geride kaldı büyük kentlerde yaşayanlar
için.
Ya telefon ediliyor ya da bir telefon sesinin yolu gözleniyor.
Yalnızlığın derecesine göre değişiyor telefonlarla bakışmaların
süresi.
Bu yazının kahramanı olan karı-koca şanslı olanlardan nispeten.
Evlatlarıyla birlikte tatildeler.
Bayramın ikinci günü, yani dün yaşandı aşağıda okuyacaklarınız.
Sevinç, eşinin yan odadan sesini işitti, heyecanlı heyecanlı
biriyle konuşuyordu. Kulak kabarttı acaba kim diye. Konuşmalardan,
geçen sözcüklerden ve kurulan cümlelerden çıkaramadı. Eşi nihayet
elinde telefonla geldi ve “Çocukların gözlerinden öperim” diye son
selâmlarını da ileterek telefonu uzattı; “Gülümser” dedi
gülümseyerek.
Ondan telefon geleceği aklının köşesinden geçmezdi.
Yıllardır görüşmüyorlardı. Çünkü her karşılaşmalarında ortak anılar
sağanak gibi üzerlerine geliyor, gözyaşlarına dönüşüyorlardı. Sonra
karşılıklı olarak “Kabuk bağlasın bu kanayan yara, birazcık soğusun
yüreğimiz. Yoksa birbirimizi hasta edeceğiz” diye karar
aldılar.
Aradan 8 yıl geçmişti.
Sesi titreyerek “Gülümser, canım” derken hatıralar film şeridi gibi
gözlerinin önünden geçti.
İkisinin eşi de polisti. Fahrettin ve Adnan Polis Akademisi’nden
can ciğer arkadaştılar. Aynı Doğu Anadolu şehrinde sürgündüler ve
ortak bir kaderi yaşıyorlardı. Ekmeklerini, sofralarını
paylaşıyorlar, birbirlerine omuz veriyorlardı ayakta kalabilmek
için. 12 Eylül sonrasının o baskıcı dönemlerinde işleri hem ağır,
hem de çok zordu.