Bir sözü güçlü ve etkili kılan onun sakin bir üslupla, sükûnet
döneminde dile getirilmesidir.
Kavgaya tutuştuğunda artık yumruklar konuşur, sözün kıymeti
kalmaz.
Bugün “Faşist ve Nazi kalıntıları” diye tanımladığımız Batı ile
sarsıntılı ilişkilerimizin geçmişi yüzlerce yıllık tarihe ve
tecrübeye dayalı.
Gerekli dersi çıkardığımız söylenebilir mi? Batı’nın hep ön alan,
plânlı ve programlı stratejilerini öngörüp, proaktif karşı
ataklarla oyun bozucu olabildik mi?
Hayır.
Hep reaksiyoner olduk.
Son 3-4 yıldır Almanya ile karşılıklı geriliyoruz misal.
Ne oldu?
Merkel sürekli alttan alıp iki çift laf edince gururumuz
okşandı.
“Kadın su yolu yaptı Türkiye’yi, gelsin yerleşsin bari” deyip kıs
kıs güldük.
Hâlbuki o vatanı için çalışıyordu.
“Hoca”yı Avrupa Parlamentosu’nda “huşu” içinde dinlediklerinde de
kompleksli ekibi yeri göğü inletti “İtibarımız arttı” diye.
Sonra da tarihin en büyük kazıklarından biri olan “Geri kabul
anlaşmasını” yırtınmamıza rağmen(*) kabul ettirdiler bu
çokbilmişler sayesinde Türkiye’ye.
Dayatılan 72 maddelik kriter de bonusu oldu. 10 milyar avro harcama
yapmış Türkiye’ye 3 milyar önerip alay ettiler. Zaten onu da
şimdiye dek vermediler.
Adamlar bize incik boncukla kandırdıkları kabile muamelesi
çektiler, ruhumuz duymadı.
Oysa Alman medyası 2011 yılından bu yana sistematik biçimde AK
Parti, Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı üretiyordu. Biz ise Batı
bizden bahsediyor diye övündük bile.
Alman medyasının yaptığı aslında, bekledikleri darbe girişimi için
“Erdoğan diktatördü” algısıyla haklılık zemini oluşturmaktı. Darbe
başarılı olsaydı sahte bir üzüntüyle “Hay Allah darbe çok kötü,
demokrasiye bir an evvel geçilmeli, mağdurlara adil davranılmalı”
açıklamaları yapılacaktı.