Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan AK Parti iktidar olduğundan beri değil,
ta belediye başkanlığından bu yana kimi
gazetecileri eleştirdi. Onlar arasında
iktidarı, kendisini destekleyen medya
mensupları da vardı zaman zaman.
Ama muhalif gazeteci ve yazar
takımına yönelik her eleştirisinden sonra
yine aynı medya, tıkır tıkır işleyen networkleri
üzerinden planlı ve programlı biçimde, haberleriyle,
yazarlarıyla bu sözlerin üzerine çullandı.
Gerçek şu
ki Erdoğan eleştirdiği gazetecilerin
hiçbirine küfretmedi, hakaretlerde bulunmadı.
Buna rağmen Erdoğan’ın sözleri üzerine her
defasında Amerikan Dışişleri Bakanlığı
sözcüsü dâhil kaygısını dile
getirmeyen kalmadı. Batı basını Türk medyasında basın
özgürlüğünün sınırlarının giderek daraldığını yazıp manşetler
attı, AP’den Kati Piri yine “dokunaklı”
açıklamalar yaptı ve böylece uzayıp gitti...
Şimdi gelelim 24
Haziran seçimlerinde koskoca CHP’nin hayli iddialı da
ortaya çıkan Cumhurbaşkanı adayı Muharrem
İnce’ye.
Muharrem
İnce 30 Haziran tarihli “Muharrem İnce
gerçekten kaçırıldı” başlıklı
yazım(*) üzerine bana Twitter hesabı
üzerinden ağır hakaretlerle saldırdı:
“Fuat Uğur
denen gazeteci bozuntusu seçim gecesi
ile ilgili yazdıklarını ispatlamazsan alçaksın,
namussuzsun, şerefsizsin! Senin
gibi alçaklar köşelerinden böyle
yalanlarla havladıkça mücadele azmim
artacaktır.”
Bildiğiniz
üzere seviyesi ve seciyesi artık belli olan, öfke
kontrol probleminden mustarip bu zatın küfür ve ağır
hakaretlerine hak ettiği cevabı önceki günkü yazımda
verdim.(**)
Mesele o değil. Onun bu küfür ve
hakaretleri üzerine BİZİM TARAFIN
MEDYASI ne yaptı, ona bakalım...
Kendi yazdığım gazete ve program
yaptığım televizyonlar dâhil, bizim tarafta, bu
küfürlerle ilgili bir haber çıktığına, bundan
dolayı Muharrem İnce’nin kınandığına dair bir
yazı okuyup izlediniz mi? AK Parti
ve MHP milletvekillerinden bir kınama
işittiniz mi?
İki kişi
hariç; Mehtap Yılmaz Akit
gazetesinde çok uzun ve oturaklı yazı
yazdı, Türkiye Yazarı Fatih Selek de
Twitter hesabından bir eleştiri yöneltti.
Muharrem İnce’nin
küfürleri sanki hiç yokmuş gibi
davranan “bizim taraftaki” yazarlar ve
yayın organlarının yöneticilerinin pek çoğu benim arkadaşım ya da
tanıdığım. Hiçbirine bu konuda “Tepkin olacak
mı?” diye sorduğumu sanmayın. Sormam, ima bile
etmem.
İşte bu dayanışma eksikliği,
yayın organları yöneticileri ve yazarlar arasındaki tuhaf mesafe,
soğukluk, kompleksi de içeren alttan alta giden çekişme öteki
tarafı güçlü kılıyor.
Muhalif kesim, kendi
aralarında kanlı bıçaklı bile olsa, tıpkı bir aşiret
gibi gelen herhangi bir “saldırı”ya
karşı yekvücut oluyor, dört bir yandan
bombardımana başlıyor. Bu yüzden de genellikle ülke
gündemini onlar belirlemekte.
Gerçekten çok yazık. Gelecek için
umudum kırılıyor.
Bu satırları okuyan
CHP’li şizofren ve paranoyaklarla onların lideri hiç
boşuna “Gördün mü bak, seni kendi tarafın bile
savunmuyor” demesin. Çünkü bizim tarafta istisnalar
hariç, kimse, hiçbir konuda birbirine destek olmuyor.
Kaldı ki
bunu kişisel ve bireysel bir
mesele hâline getirmiş de değilim.
Bu meslekteki 30 yıldan fazla
çalışmışlığım boyunca doğru bildiğimi yaptım ve yazdım. Haklının,
demokrasinin ve özgürlüklerin yanında oldum. Tırnaklarımla
kazıyarak geldim. Kimseye müdana etmedim. Ama hep yalnız oldum.
Yalnız olmayı seviyorum üstelik. İnsanı daha güçlü kılıyor. Ne bir
aşiret, ne bir cemaat, ne bir ekol ne de bir siyasi blok içinde yer
aldım. Gazeteciliğe başladığım ikinci dönemimde zaten ait olduğum
siyasi geçmişimle bağlarımı çoktan koparmıştım.
Şunu belirtmeliyim. Medya
dünyasında bana değer veren, kıymet bilen birkaç insan var ve
onlara minnet duyuyorum. Onlar kendilerini biliyorlar, yazsam
hoşlarına gitmez. Bu bana yetiyor.
Yalnızca durumu bildirmek
istedim. Gidişat vahim...
Suya sabuna dokunmayan
eleştiriler, bilgi içermeyen ahkâmları
döşenen “Kibirli ve tedbirli
muharrir” ve yönetici takımı ile gidilecek yerin sonu
belli. Hiç beklemediğiniz anda iskambilden şato
gibi devrilir her şey. Güya dışarıya sızdırmadan
biraz daha iç çekişme, tartışma yeter de artar bile.
Buna; kime yaranıyorlarsa Serdar Akinan ve Şirin Payzın
gibilere medyada referans olan danışman takımının çürümüşlüğünü de
ekleyin, kâfi gelir.
Öteki taraf, kritik
eşiği aşmak için
aportta bekliyor. Kronikleşen
körleşme böyle devam ederse kazanacak olanı şimdiden
yazabiliriz:
Quantumun son deliği ve
şizofrenleri. PKK ve FETÖ de cabası.
.....
(*)http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/602972.aspx
(**)http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/603055.aspx
28 Şubat’ın üzerine
çöktüğü kurumlardan biri de İHLAS’tı
Bunu ben değil, 28
Şubat davasının 3883 sayfalık
iddianamesi söylüyor.
Mahkeme kayıtlarına göre İhlas ve
TGRT’yi “Engellenmesi gereken
şirketler” listesine koyan darbeciler daha yüzlerce
suç işlediler.
Kumpaslarla, Kalkancılar,
Fadimeler, Müslümlerle ortaya konan soytarılığı bir
tiyatro olarak bile adlandırmak bu sanat dalına haksızlık
olurdu.
Darbeci generallerin
89 sayfalık gizli ibareli raporunda aynen şöyle
deniyor.
“Siyasi İslam’a maddi destek
sağladığı iddia edilen Kombassan, İhlas, Yimpaş gibi
şirketler yakın takibe alınmalı. Büyük şirketler yanında,
siyasi İslama maddi destek sağlayan, küçük şirket ve iş adamları
tek tek saptanıp gereği yapılmalıdır. …ambargo uygulanarak etkisiz
hâle getirilmelidir.”
Belgede bunun için gerekirse
dezenformasyon uygulamaktan, baskı,
sindirme, pasifizasyon, yalan, iftira ve inkâra kadar
her türlü psikolojik harp yöntemini kullanmaktan
kaçınılmaması gerektiği vurgulanıyor.
Ne güzel
“demokrasi” değil mi?
Bugün Türkiye’nin büyük ve ezici
çoğunluğunu temsil etmeyen medya o dönemde kraldı. Daha doğrusu
kraldan çok kralcıydı. Öyle değil mi Ertuğrul Özkök,
Mustafa Balbay, Derya Sazak, Zafer Mutlu, Can Ataklı, Fatih
Çekirge ve şimdi FETÖ’cülerin kucağına oturan
Ergun Babahan?
28 Şubat 1000 yıl sürecekti ve o
zamanki medya onların nezdinizde pek özgürdü. Şimdi ise basın
özgürlüğü yok aynı zat-ı şahanelerinin gözünde.
Bu kavramların böylesine
eğilip bükülebildiğini, hatta bunun en çok Batı
tarafından istismar edilebildiğini öğrenmek şu yaşımda edindiğim en
önemli tecrübe diyebilirim. Çünkü basın özgürlüğü ve
demokrasi diye bize öğretilenlerin kocaman bir yalan
olduğunu bugün Amerikan ve Avrupa basınını görünce insan
çok daha iyi anlıyor...