“İHH’nın sıkıntısı ve yalanın daniskası” başlığıyla yayınlanan
yazımın ardından İHH mensuplarının hiç de hoş olmayan
saldırılarıyla karşılaştım.
Söylediğim açıktı oysa.
Türkiye’nin, ilişkilerin normalleşmesi için İsrail ile imzaladığı
anlaşmayı “Türkiye Gazze’ye İsrail ablukasını tanıdı” diye
nitelemenin çok büyük haksızlık ve dört dörtlük bir yalan olduğunu
belirttim. Çünkü, İHH Mavi Marmara gemisi yola çıktığında ve
evvelinde de İsrail ablukası vardı. Türkiye o vakit de bu ablukayı
tanımıyordu, şimdi de tanımıyor. Ardından da “Amaç, yıllardır
yardım ulaştırılamayan insanların mağduriyetlerini gidermek ise bu
anlaşmaya neden karşı çıkılıyor, İHH’nın sıkıntısı ne?” diye
sormuştuk.
Düşünün, 14 bin tonluk gemi dün yola çıktı. TOKİ konutlar yapacak
Gazze’ye, Türkiye elektrik ve su santralleri kuracak, hastaneler ve
organize sanayi siteleri inşa edilecek. Az şey mi bu?
Üstüne “Bu anlaşmayla Filistin halkı satışa getirildi” manasına
gelebilecek imaları, “Anlaşmayı tanımıyorum, ben de masada
olmalıydım” atarlanmalarını işit. İHH’ya yakışıyor muydu bu?
Yazının çıkmasından iki gün sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir
iftar yemeğinde yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi:
“Uluslararası bazda bir adım atıyoruz. Siz kalkıp da Türkiye’den
böyle bir insani yardımı götürmek için günün Başbakanı’na mı
sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı bugüne kadar hep yaptık,
yapıyoruz. Bunları da yaparken bir yerlere gövde gösterisi olsun
diye değil, her şeyi uluslararası diplomasi içinde yaptık;
yapıyoruz, yapacağız. Bunları davul zurna çalarak değil, edebi
adabı içinde yaptık yapıyoruz...”