O yıl Arjantin’de dünya
kupasının yapılıp yapılmayacağı belirsizdi. 24 Mart
1976’da İsabelle Peron’u devirerek darbe
yapan Genelkurmay Başkanı Jorge Rafael
Videla’nın başında bulunduğu yönetim ülkede tam bir insan
avı yürütmekteydi. Binlerce kadın ve erkek kaybolmuştu.
Dünya, devrik lider İsabelle
Peron döneminde Arjantin’de yapılması kararlaştırılan Dünya Futbol
Kupası’nın Brezilya’ya alınması için
kampanya başlatmıştı. Kupanın başlayacağı tarih olan 1 Haziran 1978
yaklaştıkça kampanya yoğunlaştı ama
darbeci Videla bir basın toplantısıyla
ülkenin yakında çok partili sisteme
geçeceğini açıklayınca FIFA “Ülkenin
acılı günleri geride
bıraktığı” gerekçesiyle 1978 Dünya
Kupası’nın Arjantin’de düzenlenmesinde karar
kıldı.
Bu
kupayı Türkiye’den de spor yazarları
izlemekteydi şüphesiz. Onlardan
biri Tercüman gazetesinden Kemal
Belgin’di.
Kemal
Belgin kupanın başlamasından bir gün önce
başkent Buenos Aires’e gitti ve oteline
yerleşti. Yol yorgunuydu, tam dinlenmek için uzandığı sırada
telefonu çaldı. Aşağıda kendisini rehberinin beklediği söylendi
ona. Lobiye indiğinde genç bir hostes; Kemal Belgin daha
önce Fransızca konuştuğu bilgisini verdiği
için onu “Bonjour Monsieur
Belgin” diye karşıladı. Ardından ekledi:
“Monsieur Belgin, sizi
bu organizasyondan sorumlu polis şefimiz davet
ediyor.”
Kemal Belgin şaşırdı, neden diye
soracak oldu ama genç kız doğal olarak hiçbir şey bilmiyordu.
Polis şefi Belgin’i nezaketle
karşılayıp oturttu ve sonra çekmecesinden GÜNAYDIN
GAZETESİNİ çıkararak sordu:
“Bu nedir beyefendi?
Bize izah edebilir misiniz?”
Kemal
Belgin Günaydın gazetesini eline aldı,
baktı, neredeyse tam sayfa bir
manşet “haber” âdeta gözünün içine
girdi:
“Arjantin Dünya
Kupasında rezalet: Mar del Plata’daki BREZİLYA KAMPINDA
FUHUŞ!”
Haberi yapan “muhabir”
ise Ertuğrul Akbay. Zaten kocaman bir
fotoğrafının altında nal gibi imzasıyla arz-ı endam etmekte. Ve
“haber”e ilaveten “fuhşun
kanıtları” olarak da bol bol açık saçık kadın
fotoğrafları.
Polis şefi “Bu yalanı
sizin ülkenizdeki gazeteci, şu fotoğraftaki kişi uydurmuş.
Koydukları fotoğrafların tamamı da Rio Karnavalı'ndan
alınma. Bu nasıl bir gazeteci, böyle yalancılığı biz nasıl
izah ederiz?” diye kükredi.
Kemal Belgin
şaşkın “İyi güzel de ben ne yapabilirim, sonuçta
tamamen farklı bir gazetenin muhabiriyim” diye
müdahalede bulundu ama polis şefi
eliyle “bekle” işareti yapıp biriyle
telefonla görüştü. Kemal Belgin’e yeniden
dönerek, “Biliyorum, farklı bir gazetedesiniz ama siz de
tanık olun istedim. Şimdi bu adamı
tutuklattık ve buraya getirtiyoruz. Böyle bir uydurma
haberi yaptığı için de organizasyon komitesi
olarak Ertuğrul Akbay adlı kişiyi sınır dışı etme
kararı aldık” dedi.
Çok fazla
beklemediler. Ertuğrul Akbay yanında iki polisle
birlikte içeriye getirildi. Bir şeyler olduğunu
anlamıştı ve tedirgindi. Ama Kemal Belgin’i görünce birden sevinip
“Aaa sen ne arıyorsun burada?” diye sordu. Belgin “Ne
aradığımı şimdi öğreneceksin” dedi.
Polis şefi hiç bekletmeden
Akbay’a da gazeteyi burnunun dibine kadar uzatıp “Bu
nedir” diye sordu.
Kemal Belgin, “Acaba ne
yapacak?” diye sorunun muhatabı Ertuğrul Akbay’a
bakıyordu. Öyle ya yalan ve kepaze bir asparagas
haberi ortaya çıktığı için utanıp kızarır diye
umuyordu. O ise gayet pişkin “Bilmiyorum,
benim bu haberden haberim yok” diye inkâra saptı. Ama
polis şefi haberi yapan muhabir olarak gazeteye konulan fotoğrafını
ve ismini yeniden burnunun dibine soktu:
“Buradaki adam sen değil
misin?”
“Evet benim.”
“Yakandaki kartta Günaydın
yazıyor. Bana da yalan söylüyorsun. Şimdi inandım senin bu
sahtekârlığı yaptığına. Seni sınır dışı etme kararı aldık ve bu
durumu tanık olarak Kemal Belgin de öğrensin istedik...”
Ertuğrul
Akbay bu kez kıpkırmızı oldu ve telaşlandı, Kemal
Belgin’e “Ne olur yahu bir şeyler
yap” diye yalvarmaya başladı.
Ertuğrul
Akbay Haldun Simavi’nin açık çeki ile
dolaşan bir adamdı. Tetikçilik yapmayı
çok iyi biliyordu. Ama sınır dışı edilirse bunu Haldun
Simavi’ye nasıl izah edebilirdi? Polis şefi onun ağlamaklı hâlini
görünce Kemal Belgin’e dönerek bir teklifte bulundu:
“Bir şartla kalmasına izin
veririm. Otelini bırakıp sizin otele
taşınacak. Tüm akreditasyonlarını iptal edeceğiz
ve sizin akreditasyonlarınıza
bağımlı kılacağız. Sizin gözetiminizde haber yapacak.
Eğer kendisine kefil ve vasi olmayı kabul
ediyorsanız sınır dışı etmeyiz...”
Kemal Belgin
tereddütte kaldı, ne diyeceğini bilemedi. Bir
yalancı ve asparagasçıya vasilik etmek çok ağır bir
yüktü. Her an bir yolunu bulup kendisini zor durumda
bırakabilirdi. Ertuğrul Akbay ise Belgin’in ellerine
sarılmış “Lütfen kabul et” diyordu.
Sonunda ısrara dayanamayıp kabul etti. Ama onu daha çok Tercüman’ın
foto muhabirine havale etti. Ertuğrul Akbay’a bir ay boyunca Dünya
Kupası’nda vasilik etmek zorunda kalmışlardı. Adamın ne yapacağı
belli olmazdı. Üstelik Polis şefi tüm dünyayı elçilikler
vasıtasıyla izliyor ve haberdar oluyordu. Bir ayın sonunda rahat
bir nefes aldı. Artık Akbay’ın yüzünü bir kez daha
görmek istemiyordu.
Ne tuhaf,
aynı ERTUĞRUL AKBAY bugün SÖZCÜ adlı gazetenin
sahibi. Daha doğrusu firari olan oğlu
BURAK AKBAY sahibi görünmekle birlikte kendisi gerçek
sahibi. Ve bu gazete yalan, çarpıtma haberler bir
yana FETÖ’yü destekleme amaçlı
haberlerle yargılanıyor.
Bu hikâyeyi Kemal Belgin’den
dinleyince insanın aklına ister istemez geliyor:
“Ertuğrul Akbay’a ve
gazetesine acaba yıllar sonra ikinci kez vasi (siz onu kayyum
olarak okuyun) tayin edilir mi?”
Gidişata bakılırsa… Sanki…
Öyle ya, patronu firari
olan pek çok şirket TMSF’ye devredildiğine göre...
FUAT UĞUR'UN İKİNCİ YAZISI