Sevgili dostum Ferhat Ünlü’nün ilgiyle okuduğum “Kabil’in Torunu” adlı romanının son bölümünde, biri emniyet istihbaratçısı, diğeri akıl almaz terör eylemleriyle yüzlerce kişiyi katleden bir bireysel terörist olan iki kardeş arasındaki hesaplaşmayı okuruz. Polis olan, terörist kardeşine “Neden?” diye sorar. Diğerinin cevabı çok ilginçtir:
“Tarihimizin hain dediği hiç kimse bana benzemiyor. Onların niyetleri, fikirleri ve yöntemleri külliyen farklı. Benim sayemde gerçek bir hainle karşılaşmış olacaksınız ve bir daha birine hain derken 40 kere düşüneceksiniz. (…) Tarihi haddinden fazla hain ve kahramanlarla dolu milletlerin de bir türlü tedavi edemedikleri kronik yaralarla cebelleşen hasta milletler olduğuna inanırım. Ve çok dikkatli kullanılması gereken bu iki önemli kavram, aklımıza, hafızamıza ve üslubumuza güçlü, sinsi bir zehir gibi yavaş yavaş siner. Ulu Önder; Çerkes Ethem, Salih Sami, Kazım Karabekir, Kara Kemal, Rauf Orbay gibileri tasfiye etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ama bu, bizzat Ulu Önder’in bile onların hain olduğunu düşündüğü manasına gelmez. Mesele, ülkeyi kimin daha iyi idare edeceği ile ilgilidir ve sonuçta Darwin’in seçilim yasası işlemiş, daha güçlü, daha iyi olan kazanmıştır.”