Minik ve parçalanmış hasım devletler hâline dönüşmüş bir
Suriye’den daha iyisi olabilir miydi? Şia hâkimiyetini istediği
zeminde güçlendirebilmenin tek yolu buydu.
Hasan el Sabbah, Suriye’ye esrarlı bir “hekim-müneccim” olan İranlı
bir vaiz gönderdi. O da Halep’e yerleşti. Hekim-Müneccim kısa
sürede kenti yöneten Selçuklu Türk beyi Rıdvan’ın güvenini kazandı.
Müritler kentte dolaşmaya, doktrinlerini vaaz etmeye, hücreler
oluşturmaya başladılar. Selçuklu beyi Rıdvan’ın hasımlarını da
birer ikişer katlettiler ve onun gözüne girdiler. Ancak
hekim-müneccim beklenmedik biçimde ölünce Hasan, yerine bir başka
İranlı danışman yolladı. Kuyumcu Ebu-Tahir Rıdvan’ı öylesine etkisi
altına aldı ki hiçbir Halepli artık Rıdvan’ın yanına ulaşamaz oldu.
Çünkü müritleri aşmak mümkün değildi.
Halep Kadısı İbn el Haşab ise Haşhaşiyun diye adlandırılan
müritlerin en sert karşıtlarının başında gelmekteydi. Halepliler
onlara Batînî adını taktı. Yani “Halkın önünde gözüktüklerinden
farklı inanç taşıyanlar” anlamına geliyordu bu. Bu ifade müritlerin
ancak görünüşte Müslüman olduklarını ima etmekteydi.
Bütün Müslümanların nefret ettiği Haşhaşiyun o yıllarda tüm Orta
Doğu’yu kasıp kavuran ve işgal eden Haçlıların zaferinden büyük
memnuniyet duymaktaydı. İbn el Haşab’a göre Haşhaşiyun ile Frenkler
arasında var olan birlikte hareket ihanetle eşK değerdir.
Selçuklu Türk beyi Rıdvan’ın 1113 yılında ölümünün ardından,
koruyup kolladığı Batıniler yani Haşhaşiyun, halkın hedefi oldu.
Haşhaşiler, ev ev, sokak sokak kıstırıldı. Katliam öylesine büyük
boyutlara vardı ki bazıları kalabalıklar tarafından linç edildi,
diğerleri surlardan aşağı atıldı. Yüzlerce tarikat mensubu
öldürüldü. Onların arasında Rıdvan’ı etkisi altına alan Hasan’ın
adamı Kuyumcu Ebu Tahir de vardı.