Bu ülke bir YALNIZ KURT aslında.
ATV’de geçen cuma günü yayınlanmaya başlanan Yalnız Kurt dizisinin basın gösterimi için davet edildiğim Turkuvaz Medya’nın salonundaki yerimi aldığımda aklımdan ilk geçen buydu.
Perdede kesintisiz olarak ve âdeta sinema filmi gibi izlediğim dizinin başrol karakterleri olan Altay Kurdoğlu ile onu yetiştiren Komutan Davut metaforları tam da düşündüğüm gibiydi.
Dizi, bir kafes dövüşçüsü olan Altay Kurdoğlu ve onu yetiştiren Davut Komutan’ın, karanlık-mafyatik sima Doğan’ın yanındaki Esra’yı kaçırmasıyla başlayan ve günümüzde geçen olayların çevresinde, sık sık başvurulan geriye dönüşlerle örülen bir hikâye ile ilerliyor. Böylece Türkiye’nin 1960’lı yıllara uzanan yakın tarihine gidip dönerken, o zamandan bugüne herkesin, her şeyin birbiriyle bağlantılı, iç içe olduğunu görüyoruz. Gerçek hayattaki bilgilerimiz de bu hikâye örgüsünü doğruluyor zaten.
Amerikan Barış Gönüllüleri’ni hiç işiten var mı?
Bize halis inek sütlerimizin yerine içmemiz için “bağış” olarak getirdikleri süt tozlarını içirirlerdi. Ben son dönemlerine denk geldim ilkokula başladığım yıl. İğrençti o süt tozu. Amerikan karşıtlığım o zamandan mı başladı acaba? Sınıflara konulan kazanlardaki o süt tozu kokusu hâlâ burnumda şu satırları yazarken bile. Barış Gönüllüsü denilen ABD istihbarat elemanları köy okullarında öğretmenlik de yaparlardı.
Yalnız Kurt, Erzincan’ın bir köyünde çoluk çocuk demeden yapılan bir katliamı haber alan Davut Teğmen’le başlar. Köyün muhtarı, namuslu, vatanperver bir adamdır. Davut Teğmen onun bölgedeki Barış Gönüllüsü Amerikalılardan bazılarının istihbarat ajanı olduğunu Millî İstihbarat Teşkilatımıza bildirdiği için öldürüldüğünü öğrenir. Çocuklarından ikisini kurtarır bir yetimhaneye yerleştirir.