ABD’nin, o yıllarda başı nükleer silah yapacağım diyen İran
Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad ile dertteydi. Henüz satın
alınacak bir Ruhani arayışı sürmekteydi. O vakte kadar da İran’ın
ambargolarla, yaptırımlarla pes etmesi elzemdi.
Mesele 2010 yılı başında Birleşmiş Milletler’e intikal etti. BM
Güvenlik Konseyi “hassas nükleer faaliyet” için kullanılabilecek
her türlü askerî ve sivil mal ve hizmetin ticaretini, bu ticaretten
doğan para transferlerinin önlenmesini kararlaştırdı.
Dünyayı bağlayacak karar buydu ve sınırları çok netti.
O sırada BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeleri olan Türkiye ile
Brezilya hatırlanacağı üzere karar karşısında çekimser kalmışlardı.
Her iki ülkenin ilk çizik yediği tarihti bu.
Lâkin karar ABD’yi tatmin etmedi. Çünkü ABD İran ekonomisinin
çökertilmesini istiyordu. Bu yüzden Haziran 2010 tarihinde İran’ın
petrol ve doğalgaz gelirlerinin de nükleer faaliyet için
kullanılabileceği varsayımıyla petrol ve doğalgaz ticaretinden
kaynaklanan para transferlerinin de yasa dışı ilan edilmesini
içeren kararı Senato’dan geçirdi. Bu, tek taraflı ve uluslararası
hukuka göre hiçbir bağlayıcılığı olmayan bir karardı. Ama ABD’ye
göre İran petrol gelirleri artık “kara para” statüsündeydi ve bu
anlamda meydana gelen her türlü finansal işlem “kara para aklama”
olarak tanımlanacaktı.
ABD hemen harekete geçip Türkiye’ye iki ay sonra; ağustosta Terörün
Finansmanı ve Finansal Suçlardan sorumlu Bakan Yardımcısı Daniel
Glaser başkanlığında bir heyeti İstanbul’a gönderdi. Glaser bu
çerçevede Türkiye Bankalar Birliği’nde Türk bankalarının üst düzey
temsilcileriyle bir toplantı yaparak onları İran bankaları ile
çalışmamaları konusunda uyardı. Glaser bankacıları öylesine tehdit
etmişti ki Türk banka yöneticilerinde; eğer bu “yaptırımların”
dışına çıkılırsa yurt dışına gittikleri takdirde tutuklanacaklarına
dair bir izlenim bile uyandı.