Türkiye sosyalist hareketini 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası itibarıyla ele almak gerek.
Öncesinde sosyalist hareketin demokrasi kültürü yoktu, şiddet eğilimliydi ama dürüsttü, namusluydu, emekten yanaydı, antiemperyalistti, sapına kadar vatanseverdi.
Sol hareketler ve partiler,12 Eylül 1980 darbesinden sonra iğdiş edildi. Kökünden budandı adeta. Geriye kalanların oluşturduğu yeni sosyalist partiler ve sol yapılanmalar ise CHP’den yayılan sol soytarılığa teslim oldu. Simbiyotik bir yaşam formuyla CHP’nin içinden büyüyüp semireyim derken kendi soytarılaştı.
Ülkemizin çıkarlarına ters ve ABD emperyalizmi tarafından kodlanan Batı ile uyumlu bir performans sergilemekte sakınca görmediler. Bunu da Batı’nın “hukuk ve demokrasi” yalanıyla perdelediler. “Kürt hareketi” diye idealize ettikleri, ABD tarafından silahlandırılan ve Türkiye’nin enerjisini tüketme amacıyla motive edilen PKK’nın gerçek yüzünü görmekten kaçındılar. Şiddetle enfekte olmuş yarı felçli aydın prototipine dönüştüler. Muhalif oldukları hükümete karşı ABD’nin ve onun ülkemizdeki uzantıları partilerle (CHP, İyi Parti vb.) iş birliği yapmaktan utanmadılar.
Geçmişte onların hakiki kimliğini teşhir eden ve turnusol kâğıdı işlevi görecek pek çok olay yaşandı. Şimdi aynını GAZZE ile tecrübe ediyoruz.
Biz onlara yakın dönemde İÇİMİZDEKİ İRLANDALILAR demeye başladık.