Hiç hayra alamet değil bu olup
bitenler.
Dursun
Çiçek gibiler boşuna dillerinin altından baklayı
çıkarmıyor “Konuştuğum hâkim ve savcılar siz bir
iktidara gelin biz bunlara ne yapacağımızı
biliriz” diye konuşarak.
Ahmet Hakan’gillerin bik bik 10 Kasım, Atatürk güzellemeleri yapıp habire laikçi Kemalist kesimlerin nefret objesi haline getirilen isimlere çakmasının kuşkusuz bir sebeb-i hikmeti var.
Engin Ardıç’ın Sabah gazetesindeki her zamanki yarı alaycı ironik 10 Kasım yazısından yola çıkarak savcıları göreve çağıran Demirören medyası mensubu ByLock’çu İsmail Saymazlar durup dururken boynunu çıkarmıyor “Kel oğlum, keleş oğlum” kılığında.
Ahmet Hakan’gillerin bik bik 10 Kasım, Atatürk güzellemeleri yapıp habire laikçi Kemalist kesimlerin nefret objesi haline getirilen isimlere çakmasının kuşkusuz bir sebeb-i hikmeti var.
Engin Ardıç’ın Sabah gazetesindeki her zamanki yarı alaycı ironik 10 Kasım yazısından yola çıkarak savcıları göreve çağıran Demirören medyası mensubu ByLock’çu İsmail Saymazlar durup dururken boynunu çıkarmıyor “Kel oğlum, keleş oğlum” kılığında.
Diyanet İşleri Başkanı
Ali Erbaş, hastalığı nedeniyle 9 Kasım’da
ziyaretine gittiği Kadir Mısıroğlu için linç
edilirken kullanılan sözde argümanlar bu kesimin nasıl FETÖ’den
tedrisatlı ve algı çarpıtmasında usta olduğunu anlıyoruz.
Mısıroğlu’nun “Yunan gelseydi Kemalistlerin Müslümanlara
ettiği zulmü etmezdi” lafını “Keşke Yunan
gelseydi” diye çarpıtanlar, 9 Kasım’daki
ziyareti “10 Kasım’da yapıldı” diye
kuyruklu yalanla yaymaktan da çekinmediler.
Ardından final 10 Kasım günü yapıldı ve Atatürk’ü anma törenine katılan insanlara “Bu bir kıyamdır” diyerek seslendiği için 21 yaşındaki Emine Günay adlı Fizyoterapi öğrencisinin kellesi “bileti kesilerek” kurban isteyen barbarlara takdim edildi.
Ardından final 10 Kasım günü yapıldı ve Atatürk’ü anma törenine katılan insanlara “Bu bir kıyamdır” diyerek seslendiği için 21 yaşındaki Emine Günay adlı Fizyoterapi öğrencisinin kellesi “bileti kesilerek” kurban isteyen barbarlara takdim edildi.
Tutuklandı.
O genç kız Atatürk’e hakaret mi
etti? Hayır. O törenlere katılanları Atatürk’ü
putlaştırıyorsunuz diye eleştirdi.
Peki, yalan mı söylüyor?
Put gibi tapınmıyorlar mı Atatürk’e?
Pagan ayinlerine dönmedi mi Atatürk’ü anma törenleri?
Put gibi tapınmıyorlar mı Atatürk’e?
Pagan ayinlerine dönmedi mi Atatürk’ü anma törenleri?
Ama bunun bir sebebi var ve
geçmişi hayli eskilere dayalı.
Alın 5 Ağustos 1935
tarihli Cumhuriyet gazetesinin
manşetini görün.
Atatürk yarım bir
ilahtır; Türklerin babasıdır.
Başlığın altında “Hiçbir
devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir. Ne
Mussolini’nin, ne Hitler’in, ne de Lenin’in anıtları onunkilerle
ölçülemez” yazılı.
Bir liderin hayatında değil
hayatını kaybettikten sonra heykelinin dikilmesi daha makbuldür ama
geçelim.
Ya Atatürk’ün kıyaslandığı
“lider”lere ne demeli? Mussolini, Hitler,
Lenin. Hepsi birbirinden âlâ.
Atatürk’ü tanrılaştırma
temayülü ta o zamanlardan başlamıştı.
Dönemin şairleri ve yazarları
müthiş “eserler” verdiler Atatürk
üzerine.
Ünlü yazar Yusuf
Ziya Ortaç’ın kaleme aldığı “Atatürk’e
Ekber!” adlı şiirine bakalım:
Atatürk’e
Ekber!
Atatürk’e
Ekber!
Ancak O var:
Atatürk!
Evliya O’dur, peygamber
O’dur, sanatkâr Atatürk,
Bunları geçti insan büyüğü:
Kendi kadar Atatürk!
Birkaç adet daha sıralayalım da
patolojik ruh hâlinin nerelere vardığını görelim.
Misal aşağıdaki şiirinden sonra
ödüllendirilerek milletvekili yapılan Aka
Gündüz:
Atatürk’ün tapkınıyız! Her
şeyde Atatürk, yerde O, gökte O, denizde O, varda O, yokta O! Her
şeyde O! Atatürk, yerdedir, göktedir, sudadır, alandadır, diktedir,
pusudadır. Görünmezi görür! Bilinmezi bilir! Duyulmazı duyar!
Sezilmezi sezer, ezilmezi ezer! Her şeyde Atatürk! Elimizi
yüzümüze, gönlümüzü özümüze kapıyoruz. Biz sana tapıyoruz! Biz sana
tapıyoruz! Varsın, Teksin, yaratansın! Sana bağlanmayanlar
utansın!
Edip Ayel adlı
şaire gözatalım:
Bir gün olacaktır anıtın
Türklüğe Kâbe (Doğru tahmin)
Zindan kesilen ruhlara bir
nur gibi doldun
Türk ırkının en son, ulu
peygamberi oldun.
Tutsak seni lâyık, yüce
Tanrı’yla müsâvi,
Toprak olamaz kalp
doğabilmişse semâvi…
Ölmez bize cennetin ufkundan
inen ses,
İnsanlar ölür, Türklüğe Allah
olan ölmez!
Ünlü Şair Behçet
Kemal Çağlar:
Kaç yıldır Türkçeydi
Tanrı’nın dili
İnsana ne ilah, ne de
sevgili,
Ne de ana-baba
aratıyordu
Her an yaratıyor,
yaratıyordu…
Ağlak çocuk kitaplarının ünlü
yazarı Kemalettin Kamu da yazmış bir
şeyler:
Burada erdi Musa, burada uçtu
İsa,
Bülbül varsa hürriyet için
öter,
Ne örümcek ne yosun/ne mucize
ne füsun
Kâbe Arab’ın olsun, Çankaya
bize yeter.
“Taşlıtarla’daki
Ev” adlı romanını okuyup
beğendiğim İlhami Bekir Tez ise tam bir
hayal kırıklığı:
İlk adam, mavi gözlerle baktı
toprağa,
Toprağın haritasını çizdi
bayrağa
Allah değil, o yazdı alın
yazımızı
Bu böyle uzayıp
gidiyor. Mustafa Kemal
Atatürk, çevresini sarıp sarmalayan bu dalkavukluk ve
yalakalık halesine zaman zaman onları aşağılayarak tepki gösterdi
ama sonuçta ilke olarak karşı çıkmadı. Tersine, en onur kırıcı
kulluk ifadelerini yazan sanat katili bu tiplere en üst ikbal ve
mevki kapılarını açtı.
Konuyla ilgili detaylı bilgilerin
tamamını BELGELERLE GERÇEK TARİH adlı
blog’da okuyabilirsiniz(*)
Bunları hatırlatıyorum
çünkü aradan geçmiş 80 yıl hâlâ değişen
bir şey yok.
Daha 10 yıl önce İzmir’deki
Cumhuriyet mitinginde Necla
Arat olduğunu sandığım bir
konuşmacının “Atatürk bize gönderilen son elçi, son
peygamberdir” dediğini işitebildik.
Geçen
hafta “Hocaları asıp imam hatipleri
kapatacağız” diye notayla bağıran sözde Fenerli
faşist güruhun babalarından dedelerinden bu hastalıklı mirası
almadığını kim söyleyebilir?
Tedavi edilmeleri gerçekten çok
zor.
10 Kasım’da tanık olduğum bir Atatürk’ü anma töreninde artık kanıksayarak izleyip gördüklerim TEMELDE YATAN ACI GERÇEĞİ haykırıyordu.
10 Kasım’da tanık olduğum bir Atatürk’ü anma töreninde artık kanıksayarak izleyip gördüklerim TEMELDE YATAN ACI GERÇEĞİ haykırıyordu.
Bu insanlar, 90 yıl boyunca
hayatlarından dini, Allah’ı, Kur’an’ı ve
Peygamberi çıkardılar. Ama modernleşme ve Batılılaşma
diye bunu yaparlarken boşluğun içine
düşüp dımdızlak ortada kaldılar. Dinî ritüelleri
bakımından kendilerine sempatik geldiği
hâlde Hıristiyan da olamıyorlardı. Çünkü
Allah inancı silinmişti yüreklerinden. Boşluğu
dolduracak tek özne vardı; ATATÜRK.
Bu yüzden Atatürk’ü
anma törenlerini tapınmaya ve pagan ayinlerine
çevirmeye başladılar.
Açıkça söyleyeyim, bu sağlıksız
durumu düzeltmek en azından son 15 yıllık bu iktidar döneminde
mümkün olabilirdi.
Millî eğitim bakanları ne
yazık ki ellerine yüzlerine bulaştırdılar ve
müfredattaki Atatürk bahsini putlaştırmadan uzak
gerçekçi zeminde ele alan kitaplar üretilemedi ya da
bulunup okutulamadı. Böylece Atatürk adını
işitince Kuzey Koreliler gibi salya sümük ağlamaya
başlayan çocuklar ve yetişkin insanlar görmeye
başladık.
Şimdi Kemalist
vesayet artıklarının bu hastalıklı yapının üzerinden
yürüyerek ve uyuyan FETÖ
hücreleri ile güçlerini birleştirmeyi düşündüklerini
sezinliyorum.
Dediğim gibi, boşa değil bu
hareketler.
.....