Önce Avusturya başladı. Viyana’dan Türkiye’ye gelen Türk
yolcuların üzerleri tam bir Nazi yöntemiyle polis köpeklerine
arattırıldı.
Kıyameti kopardık ve geciktirilmeden aynını biz de Avusturya’dan
Türkiye’ye gelen ya da İstanbul’dan Viyana’ya giden Avusturyalı
turistlere uyguladık.
Gururumuz okşandı, “İşte budur” dedik.
Önceki gün de Münih’e inen Türk yolcular havaalanında bu kez Alman
polisleri ve yanındaki köpekler tarafından arandı.
Kıyamet koptu ve yine anında tepki verdik. Atatürk Havalimanı’na
inen Alman turistlere biz de aynı muameleyi yaparak köpeklerle
üzerlerini aradık.
Yine çok sevindik. Tebrikler ve kesintisiz alkışlar.
Yazılanlara ve verilen demeçlere bakılırsa bu mütekabiliyet
gereğiydi.
Aslında kısasa kısas ya da bazı gazetelere göre misilleme de
denebilir. Hepsi fiyakalı karşılıklar.
Peki.
Biraz geriye dönelim o vakit. Önce bireysel bir anekdot.
Geçen eylül ayında Fethiye’deydik. Monta Verde adlı bir otelde
kaldık. Otel dâhil, tüm Belcekız (Ölüdeniz) ve Fethiye binlerce
İngiliz turistle kaynıyordu. Otelin sahibesi Ümran Hanım Türkiye
gazetesi yazarı olduğumu ve Medya Kritik programını çevredeki
insanların beni tanımasıyla öğrenmiş. Sözcü okuyan biri olmasına
rağmen çok ilgi gösterdi ve epey sohbet ettik. Çok zarif bir hanım
zaten. Turizmden konuştuk tabii. Bana bu yıl epey toparladıklarını
ama gelecek yıl rezervasyonlarının tamamen kapandığını belirterek
mutlu bir ifadeyle “Şükür eski günlere dönüyoruz galiba” dedi.
Aklımdakini ona da sordum, “Ya müşteri çeşitliliği nedir” diye. Bu
kez sadece İngilizler değil, Almanlar, İtalyan ve İspanyollar,
Latin Amerikalılar da çok varmış. Bu daha da iyiydi.