Son birkaç yıldır en sık
işittiğimiz soru bu:
“Kim bu milyar dolarları
yurt dışına götürenler?”
Wall Street
Journal Türklerin “Dolar
krizi” filan dinlemeden Miami’den deli
gibi ev satın aldıklarını yazıyor. Gazetenin
Türkiye’deki fikrî
distribütörü Cumhuriyet ise
haberleştirmiş hemen.
Habere esas aldıkları kişi ise
bir Türk iş adamı. Okan Holding’i
tanıyorsunuz. Sahibi de Bekir Okan. Aslında
eski bir haber bu. Bekir Okan, geçen mayıs
ayında Miami’ye götürdüğü gazetecilere 555 N
Miami Avenue’de yaptıracağı 272 metre yükseklikteki 70
katlı binayı tanıtmıştı. Tam 300 milyon
dolarlık yatırımdı söz konusu olan. İçinde 300 odalı
Hilton otelinin yanı sıra 153’ü rezidans 389
ünite yer alacak. Fiyatlar ise 320 bin
dolardan başlıyor 2 milyon dolara kadar
çıkıyor.
Wall Street
Journal, Miami’deki daireleri en çok Türklerin
aldığını yazıyor. Yalan değil, Bekir Okan
da 100 daireyi Türklere ayırdığını ta o
vakit söylemişti. Miami Bölgesi Emlakçılar Birliği
üyesi Nurdan Yıldırım’a
göre Miami’den ev alan Türklerin sayısı
2.000’den fazla.
Türkiye’den
kazanılan yüz milyonlarca dolar bu beyaz elitler
tarafından yurt dışına kaçırılıyor diye üzülmeyin.
Bekir Okan’ın bir sürprizi var.
Mimarıyla uzun istişarelerden sonra vardıkları karar
uyarınca binada kullanılacak süslemeler
için İstanbul’un simgesi LALE’yi
seçtiklerini müjdeliyor bize.
Zaten kentin en lüks
semtlerinde Koç Grubu’nun, Süzer Grubu’nun ve
Bayraktar Holding’in milyar dolarları geçen
yatırımlarının olduğunu bilmeyen
yok.
Ah Sibel
Can! Tüm bu Miami sevdasının sebebi o. Kenan
İmirzalıoğlu bile 2,5 milyonluk (dolar tabii)
villayla yetinmemiş, bir de South Beach’te Icon adlı
gökdelenin 33. katında 1,5 milyon dolara bir daire
daha satın almış.
Şimdi durup dururken Miami’nin
günahını almayalım.
Londra’ya ne
demeli?
Sadece Aydın
Doğan değil orada ikamet eden. Aklınıza gelebilecek
ne kadar ünlü, ünsüz beyaz insan ve iş
adamı varsa Londra’da ev sahibi oldu.
Yazın son tatilini Dalyan’da
yaptım. Ona bakarsanız bu doğa harikası beldemizde
de yüzlerce İngiliz ve Alman’ın
evi var. Üstelik hayatlarından pek memnunlar.
Geçen gün de yazdım, hepsinin ağzı kulaklarında. Bir
İngiliz asgari ücretiyle Dalyan’da paşalar gibi iki ay geçiriyor.
Emekli de en az bir ay.
Alanya’daki Almanlar,
Antalya’daki Ruslar, Didim’deki ve Fethiye’deki İngilizler
derken sayıları on binleri buluyor. Yani biz de fena değiliz. Zaten
İstanbul ve Ege’deki daire stoklarını tüketen Arap
vatandaşlarını hesaba kattığımızda Türkiye’nin de bir
cazibe merkezi olduğunu söyleyebiliriz.
Dönüş için çağırdığımız özel
taksi şirketinin şoförüyle havalimanına giderken sohbet ettik.
Konuştukça açıldık, siyasi fikirlerimiz de saçıldı doğal olarak.
Bize “Bu kadar zamandır şu havalimanına otellerden yolcu
taşıyorum, ilk kez Erdoğan’ı destekleyen bir aileye denk
geldim” dedi şaşkınlıkla.
Heyecanla “Bu
kulaklar nelere şahit oldu” diye devam
etti:
“Pek çoğu burada milyonluk
villanın sahibi, seçimde akrabasına HDP’ye oy vermesini, Erdoğan’ı
indirmek için bunun şart olduğunu söylüyordu
inanın.”
Haklıydı,
zaten Erdoğan sayesinde servetlerini üçe dörde
katlayan da onlar, Londra’dan ve Miami’den ev alanlar
da. Keza her yıl ihya ettikleri adalar
sayesinde Yunanistan’ın bütçesini maliyesine denk
getirten de.
Asıl ilginç olan şoförümüzün
kendisi. Sürücülüğünü yaptığı şirketin
sahibi. Ayrıca hayvancılık da
yapıyor. 200 civarında büyükbaş hayvanı ve
mandırasını eşiyle kardeşi ve eniştesi yönetiyormuş.
Şu yem meselesini sordum hemen, “Pahalı değil
mi?” diye.
Cevabı aslında devlet ve Tarım
Bakanlığı için bir cevap anahtarı:
“Ağabey, ben yem pahalı
tabii, alır mıyım? 400 dönüm yer kiraladım, mera yaptım.
Hayvanlarım sabah akşam orada.”
Evet, devlet KDV
indirmek gibi palyatif önlemler yerine ev tipi
hayvancılık için meracılığı desteklese çok daha iyi
olacak. Çünkü artık deniz bitti. Gazetemiz
yazarı Fatih Selek’in de hatırlattığı
üzere 50 kilo un da, 50 kilo hayvan yemi de aynı
fiyata; 75 liraya satın alınmakta.
Sürücümüz mera sayesinde epey kâr
etmiş. “Bankada 800 bin lira param var, dövize
çevirmedim” diyor gururla. Tek sıkıntısı sigortalı
yapıp 3.000 lira verdiği
hâlde, çoban ve hayvan yetiştiricisi
bulamaması. Sosyal medyada eleman
aramaktan anası ağlamış, öyle diyor.
Türkiye tuhaf bir ülke. Ev
hizmetlisi ararsın yoktur. Yurt dışından 1 milyona yakın kadın
çalışmak üzere gelir. Ayda 3.000 liraya para demezler. Çoban
ararsın, sırra kadem basar. İşçi iş beğenmez, gençler köydeki
zeytinini toplamak yerine şehirde pişpirik çevirir. Dağ taş zeytin
çürür durur. Fındık üreticisi devletten aldığı sosyal yardım,
emekli maaşı derken, her şeyi “doğal akışı”na bırakır. Nasıl olsa
kira yoktur, su parası desen keza. 300 metrekarelik bahçede tüm
sebze ihtiyacını karşılar. 15-20 tavuk, bir inek derken iaşesi
tamamdır zaten. Bir de 1.600 liralık emekli maaşı olunca ne gerek
var çalışmaya.
Aslolan bu kısır
döngüden nasıl kurtuluruz, onu
tartışmalıyız.
Mesele sadece yurt dışına giden
milyar dolar ve laleler değil kısaca.