Uzun Kürt tarihini yazmaya sayfalar yetmez.
Osmanlı döneminden başlayarak kendilerini Kürt değil Müslüman
olarak tanımladılar. Sevr anlaşmasını protesto edip “Türklerden
ayrılmayacağız” diyerek Kurtuluş Savaşı’na omuz verdiler. Kürt
milliyetçisi akımlara yüz vermediler.
1921 Anayasası, ilk Meclis’te temsil ediliyor oluşları onlar için
yeterliydi ve bu hep böyle sürecek sandılar.
İlk travma 1924 Anayasası ile sosyolojik olarak Kürt sayılmalarıyla
başladı.
Daha sonraki yıllarda “antropolojik olarak da Türk oldukları” idrak
ettirilmeye başlandı onlara. Ne mutlu ki herkes Türk’tü.
Kandırıldıklarını hissettiler ama yine de 1925’deki Şeyh Said
isyanına destek vermediler. Bediüzzaman Said Nursi gibi dini
liderler de bu isyana karşı çıktı. Ama ulus devletçi Kemalist yapı
ilk büyük saldırısını başlattı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile sadece bu
meseleyi değil, Türkiye’deki tüm muhalifliği halletme sürecine
girildi.
O tarihten başlayarak 1940’lara dek bölgede her yıl bir Kürt isyanı
çıktı.
Öyle ki Ağrı vilayetinde iki ay süreyle bir Kürt cumhuriyeti bile
kuruldu.
İsmet İnönü rejiminin radikalizmi ile Müslüman olma ortak paydası
giderek zayıflatıldı.
1970’li yıllardan başlayarak da Jitemler, yakılan köyler, fail-i
meçhuller, insan öğütme fabrikası gibi çalışan Diyarbakır cezaevi,
güpegündüz sokak ortasında kaçırılanlar, sırra kadem basan ve
akıbetleri meçhul yüzlerce insan, “kaza kurşunu”na kurban giden
çocuklar, kanları donduran mezar evler, sorgular, gözaltındaki
kayıplar.