Köylü
üşenmemiş binek
hayvanına her gün yaptırdığı işlemi videoya çekip Face Book’ta paylaşmış.
Hayvan, kendisine bağlı traktör römorkunu geri geri
yanaştırıp çiftliğin
garajına park etmekte.
Traktör römorkunu geri geri park
etmeyi köylülüğünün bir kanıtı olarak
sunan ve bu nedenle de köylülerden oy isteyen Muharrem
İnce’yi hatırlatıyor bu görüntü ister
istemez..
Hani, hep söylenen ve klişeleşen
bir laf vardır:
“Eşeği aday göstersen oy
verirler...”
CHP seçmeni iyi bilir bu lafı.
İnsanın aklından geçmiyor değil.
Eğer traktör römorkunu geri geri
park etmek, birine oy vermek için geçerli bir sebepse o binek
hayvanına da oy verilebilir pekâlâ.
Önerim budur.
Kızmasın, kıyamam ben
ona.
Zaten morali de çok
çabuk bozuluyor arkadaşın.
Apoletlerini sökeceğini söylediği
komutan Kandil’in kapısına dayanınca ve televizyon sunucusu
da “Bu sözlerinizin askerin moral motivasyonunu
olumsuz etkilediğini söyleyenler var” deyince
patladı:
“Ya benim moralim ne
olacak?”
Haksız sayılmaz, fizik de bir
yere kadar.
Önce Muharrem Bey'in morali.
Kendisini çok iyi anlıyorum.
İnsanın inanmadığı bir
sürü şeyi yapması ne kadar zordur bilemezsiniz. Bu
konuda FETÖ’cüler çok talimli. Yıllarca
bunun “Eğitimi”ni alıp subay olunca içki
içiyor, karısını mayoyla denize sokuyor, dans ediyor, çapkınlık
yapıyor. Farklı kimlikleri bir gömlek gibi giyinmek FETÖ’cülerin
işi.
Muharrem Bey'de bu
sırıtıyor. İKİLİ HAYATINA sırf
Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle geçti.
Acemilikleri bu
yüzden.
Ama takdir ettim, kısa sürede
toparladı.
Şu anda bir GERÇEK MUHARREM, bir
de SANAL MUHARREM var. Kendisi, ikincisinin;
yani SANAL MUHARREM’in gerçek
olduğuna bizleri inandırmaya azimli.
Üstelik gerçeklerin
ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olmasına
rağmen dramatik biçimde bunu sürdürüyor.
Söz
gelimi “Başörtüsüne hiçbir itirazımız
yok” diyor, ardından hoop birkaç yıl evvel başörtüsü
ve başörtülü Cumhurbaşkanı eşiyle ilgili söylediği ağza alınmayacak
lafları dökülüveriyor arşivden.
Camiye gidip namaz
kılarken poz veriyor, sonra ramazan
ayında biraları kafaya
dikerken görüntüleri arz-ı endam ediyor.
Aslında yalanları
anlık olarak ortaya çıkıyor.
NTV’de “Erdoğan’ın
Millî Savunma Üniversitesi’ne atadığı Rektör
FETÖ’cü” diye iftirayı bastı, Erhan
Afyoncu telefonla bağlanmak isteyince
de “Rektör değil, Dekandı galiba” diye
kendini imha etti.
Muharrem Bey'in uluslararası
pazarlara açılıp elçilerden ve “Bağzı
Amerikalılar”dan icazet almasını ve onlara sözler
vermesini atlamış değilim.
Bu arada hafıza
GB’si yeterli olmadığı için söylediği her şeyi unutup
iki gün önceki sözlerini bile yalanladı. Rakibine, yani Erdoğan’a
iftira attı, yalan üstüne yalan söyledi.
Tabii tüm bunlar yeterince
tanımadığımız Muharrem İnce’nin gündem
olmasına yol açtı.
Geçen akşam
Habertürk’te CHP yandaşı Gürkan
Hacır zevk içinde “Bu seçimin en büyük
özelliği Muharrem İnce’nin gündemi
belirlemesi” diyordu.
Geçmişte gündeme gelmek için her
türlü skandalı çıkaran yeteneksiz ve çapsız kimi sinema oyuncuları
için söylenmiş efsanevi bir Yeşilçam
deyişi vardır:
“Açık popoya sinekler de
konar!”
Muharrem İnce’ninki o hesap, aç
açabildiğince, hemen gündem olursun.
Yalan yok, Muharrem
Bey'in Camide namaz kılarken verdiği o
fotoğrafı görünce, geçmiş yıllarda yine Yeşilçam’da
femme-fatal (kötü-ölümcül kadın) rolleriyle
tanınan malum kadın oyuncuların, türbelerin
önünde “Dekoltesi bol” kıyafetlerle ama
başlarına iliştirilmiş uyduruk bir tülbentle dua ederken çıkan
fotoğraflarını hatırladım.
Müptezel magazin dergilerinin
unutulmaz ramazan klasikleri arasındadır
o fotoğraflar.
İki gün önce de Quantum, nano,
izotop filan yetmemiş olmalı ki Tayyip
Erdoğan’ın açıkladığı millet
kıraathaneleri için şu çarpıcı soruyu ortaya
attı:
“Bu projede neden sadece
kitap var da face book ve Twitter yok!”
Erdoğan tahmin ediyorum neye
uğradığını şaşırdı bu akıllara durgunluk veren soru karşısında.
Nasıl da unutmuştu büyük teknolojik buluşların,
misal Nano Teknolojinin Face Book ve Twitter
sayesinde gerçekleştiğini.
Twitter’a giriyorsun, time
line’da biraz dolaşıyorsun, bir de bakmışsın ki Nano
Teknoloji uzmanı olmuşsun.
Bu arada söyleyelim Nano
Teknoloji çalışmaları hem üniversitelerde 2000’li yılların başından
beri yapılıyor, hem de pek çok şirket bu teknolojiyi o tarihlerden
beri ürünlerine uyguluyor.
O da haklı, nereden
bilsin.
Birinin ona bu aklı vermesi
gerekiyor.
Okyanus ötesinden sokma
akılla da bu kadar oluyor...