Tam 1506 yabancı
okul vardı 1904 tarihi
itibariyle Osmanlı topraklarında. Sırf Amerikalı
Protestan misyonerlere ait okul sayısı 465’i buluyordu. 752 adet
Fransız okulu vardı. Dahası; İngiliz, Alman, İtalyan, Rus, hatta
İran okulları.
İlk yabancı okul 1583 yılında
Fransız Cizvit rahiplerinin eseri: Saint
Benoit. Bugün İstanbul’da Karaköy-Tophane
arasında. Sultan II. Mahmut döneminde
yayınlanan bir fermanla Osmanlı milletinden
öğrenciler de orada eğitim görmeye başladı.
Sonra Saint Joseph geldi,
ardından Notre Dame de Sion.
Ve pıtırak gibi çoğalarak 1506’yı
buldular. Elazığ’dan Van’a, Erzurum’dan Merzifon’a, Samsun’dan
Tarsus’a, Kayseri’den İzmir’e ve İstanbul'a yüzlerce yabancı okul.
Bu okullara gönderilen Türk ve Müslüman çocukların beyni
yıkanıyordu ama aileleri zerrece aldırmıyor, evlatlarının
değişimiyle âdeta gurur duyuyorlardı. Çünkü bu
okullarda çocuk okutmak bir gelişmişlik ve
statü göstergesiydi.
Üstelik denetlenemiyorlardı.
1909’da bir teşebbüs oldu Maarif-i Umumiye
Kanunu çıkarmak için ama yabancı
elçiliklerin tehditleriyle iptal edildi. Köylere
kadar yayıldı bu okullar. Kötülük ve düşmanlık tohumlarını sinsice
ektiler ve körpe beyinleri zehirlediler. Bu sayede yüzyıllar
boyunca birlikte yaşayan halklar düşman edildi
birbirine. Arapların bağımsızlık
mücadelesi altında açtıkları isyan bayrağının önde
gelen isimlerinden Refik Rızzık Selum, Osmanlı
Divan-ı Harbi huzurunda ifade verirken itiraf
etti:
“Ben Fransız mekteplerinde okudum. Bugün Suriye, Irak ve Lübnan’da eşraf ve ağaların evlâtları Cizvit mekteplerinde okur. Öteki Arap diyarlarında ise İngilizce hâkimdir. Hepsi için müşterek düşman Türklerdir. Zannediyorum ki, bizim hatamıza bizden sonrakiler de ister istemez düşeceklerdir.”
“Ben Fransız mekteplerinde okudum. Bugün Suriye, Irak ve Lübnan’da eşraf ve ağaların evlâtları Cizvit mekteplerinde okur. Öteki Arap diyarlarında ise İngilizce hâkimdir. Hepsi için müşterek düşman Türklerdir. Zannediyorum ki, bizim hatamıza bizden sonrakiler de ister istemez düşeceklerdir.”
Yabancı okullara giden
öğrenciler, “Yüksek bir hayat seviyesine kavuşmak,
Avrupa görmek, medenî olmak, toplumda önemli bir statü
kazanmak” gibi değişik teşviklerle yetiştirildiler.
Hızla kendi toplumlarının değerlerinden uzaklaştırıldılar. Aileler
buna aldırmıyordu çünkü çocuklarının ileride iş
bulmalarında yabancı okullardan mezun olmak ayırt
edici bir unsurdu.
İngilizlerin İstanbul’u işgalinde
kılını kıpırdatmayan yabancı okul mezunu elitlerimiz
ülkenin yüz karası olarak tarihe yazıldılar ama ne
gam. Onlar varlıklarını Cumhuriyet kurulduktan sonra
da aynı güçle sürdürmeye devam ettiler.
Üstelik Atatürk’ün siyasal partisi CHP’nin
içinde bizzat görev alarak.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra,
sınırlarımız daraldığı için yabancı okulların sayısında büyük bir
azalma oldu. Ama yine de 50’ye yakın yabancı okul
mevcuttu.
1925 ve 1926 yılında
çıkarılan genelgelerle zapturapt altına
alındılar. Atatürk resmi duvarlara asılacaktı. Ders
kitaplarında ve derslerde Türkiye’nin dünü ve bugünü aleyhine
hiçbir şey olmayacak, Hıristiyanlık propagandası yapılmayacak,
dinî semboller bulunmayacaktı. Okullarda Türk dili ve
edebiyatı, tarih ve coğrafya okutulacak, öğretmenleri ve müdürleri
de Türk olacaktı.
Ancak azınlık nüfus azaldığı için
bu okullara artık daha çok Türk ve Müslüman ailelerin
çocukları kaydediliyordu. Değişen bir şey yoktu.
Osmanlı’yı yıkan yabancı hayranlığı ve Batıcılık, Cumhuriyet
döneminde de aynen devam etti. Üstelik CHP eliyle.
Amerikalı, Fransız, Alman ve
İngiliz misyonerler bu okullar vasıtasıyla körpe
beyinleri yıkayarak nasıl Osmanlı’yı yıkmışsa, aynı
güçlü silahı Cumhuriyet döneminde
de kullandılar. Ama denetimler nedeniyle
daha rafine yöntemlerle yaptılar
bunu.
Savaşlarda tüm
entelektüel sermayesini kaybetmiş olan
Türkiye, bu okullardan mezun
olan “münevverler”e teslim oldu. Onlar
iş adamı oldular, siyasetçi ve yönetici oldular ve en yüksek
bürokratik kademelere terfi ettiler.
O günden bu
yana Galatasaray Lisesi, Robert Kolej, Saint Benoit,
Saint Joseph, Alman Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, İtalyan Lisesi
ve Amerikan Kolejlerini bitirmek bir ayrıcalık oldu
ve ülkeyi onlar yönettiler.
Bu okullara 1990’lı yıllardan
itibaren açılan özel okullar, İngilizce eğitim veren Anadolu
liseleri eklendi. Yerli sermayeyle Batı hayranlığının tohumlarını
eken, öğrencisini ülkesine yabancılaştıran, vatan sevgisinden uzak
gençleri yetiştirdiler tıpkı yabancı okullar gibi. Devlet okulları
da onlara eşlik etti, çürümüş eğitim sistemiyle.
FETÖ
okulları ise bu ihanetin son ve en kanlı çemberi
oldu.
Sonuca geliyorum.
254 bin kişi yurt dışına
gitmiş ve kendilerine oralarda bir hayat kurmaya
karar vermiş. Bir de BEYİN GÖÇÜ var tabii.
Şaşırtıcı bir sonuç değil.
İnsanlarımız bu okullara gitmeye başladığı tarihte başladı beyin
göçü aslında. Önce zihinleri göç etti, sonra da
bedenleri.
Bu toprakların onlara
sağladığı imkânlarla okudular, en kıymetli mevkileri
elde ettiler, en iyi paraları
kazandılar ve şimdi artık haram olan birikimi yabancı
topraklara yatırıyorlar. En ufak bir zorlukta gemiyi
terk eden sıçanlar
gibi sıvışıyorlar.
Bu konuda sadece şu parantezi
açabilirim:
İktidarların liyâkati esas almayan,
nepotizm, kayırmacılık, torpil, rüşvet yöntemleri nedeniyle
istediklerini Türkiye’de yapamayacağını anlayıp yurt
dışına çıkmak zorunda kalan, sayıları sınırlı, gerçekten namuslu,
vatansever insanları tenzih ediyorum.
Kısacası beyin göçü
ve göç diye
adlandırılan “kaçış”, bu ülke
insanlarının kendisi ve ülkesiyle imtihanıdır.
Bu yüzden eğitim
sistemimizi önce bu zihinsel göçe karşı
yapılandırmamız çok daha elzem.