Metin Uca’nın cenaze merasimi
saçmalık derecesinde tuhaftı.Türk bayrağına sarılı halde bir
tiyatro sahnesine yerleştirilmiş tabut, fonda Mozart’ın Türk Marşı,
tabutu omuzlayan zabıtalar ve orta yerde dolanıp duran bir
imam.
Cenaze törenlerindeki semboller önemsenmeli ise rezalet, önemsemeye
gerek yoksa yine rezalet.
Uca’nın vasiyeti mi böyleydi bilmiyoruz ama, sebep ne olursa olsun,
tabutun Türk bayrağına sarılmış olması yasaya aykırı. Çünkü yasaya
göre canımızın istediğini Türk bayrağına saramıyoruz. Belki
sembolik olarak tabutun üstüne bir bayrak örtülebilir ama tabutunuz
bayrağa sarılması için yasada tanımlanan kişilerden biri olmanız
lazım ve Uca bunlardan biri değildi.
Peki kimdi? Eni konu bir TV sunucusu idi. Yaşamının son on yılını
ise aşırı derecede muhalif bir çizgide geçirdi. Muhalif derken
siyasi bir ideolojiden veya düzene muhalefetten söz etmiyorum, Uca
hiçbir zaman öyle biri olmadı, ana akım medyada sivrilmiş sıradan
tiplerden biriydi. O çevrelerde eski saltanat kalmayınca,
benzerleri gibi o da “muhalif” olmuştu. Yani muhalifliği artık bir
moda haline gelmiş, “Erdoğan muhalifliğinden” ibaretti.
Bayrak vasiyette yok, yasaya da uygun değil. Peki imam?
İmam geleneklerimize uygun. Ama orada bir tartışma var. Çünkü Uca,
katıldığı bir TV programında “ben öldükten sonra yakılmak
istiyorum, küllerimi de İstanbul boğazına serpsinler” demiş.
Aslında tam olarak öyle de demiyor, “yakılarak ölmek istiyorum”
diyor da bu saçma sapan laf bir dil sürçmesinden ibaret. (Kimlere
TV sunuculuğu yaptırıyoruz tartışmasını başka bir zamana
bırakıyorum)
Aklıma ilk gelen TKP-İşçinin Sesi fraksiyonunun şefi İsmail Nihat
Akseymen’in cenazesi oldu. Akseymen, (bizim bildiğimiz mahlası ile
Rıza Yürükoğlu) sürgünde olduğu İngiltere’de ölmüş, vasiyeti
uyarınca yakılan cesedinin külleri 23 Aralık 2001’de yoldaşları
tarafından Heybeliada’dan denize dökülmüştü.
Aynı şekilde, Uca’nın bu s...