Diyarbakırlı Ramazan Hoca olarak bilinen tebliğci Ramazan Pişkin, Fatih’te alçakça bir cinayete kurban gitti. Güzel insan sözüne tamı tamına uyan bir Allah adamı idi. Sevgili kardeşim Murat Özer, Ramazan Pişkin’in arkasından yazdığı şairane iki satır ile onun nasıl biri olduğunu mükemmelen anlattı: “Yunus gibi duruydu sözleri. Din bezirganlarının hoca sanıldığı çağa ağır geldi zayıf bedeni.”
Merhum, son konuşmalarından birinde “ben sadece emeğimle para kazanıyorum, din tüccarlığını sevmem, din tüccarlığı insanı aşağılık bir duruma düşürür” demişti. Bazı cemaatler ve “hocalar” tarafından hedef gösterildiği de biliniyordu. Cinayet nasıl işlendi bilinmez ama din bezirganlarının nefret objesi haline geldiği açıktı.
Dinin aslını anlatan kişi, sahtesinden ekmek yiyenin hedefi oluyordu. Orijinal olan sahtecileri, hırsızları çileden çıkarıyordu.
Tıpkı Elif Şafak’ın hırsızlık yaptığının tespit edilmesinde olduğu gibi. Şafak, Bit Palas adlı romanını, Mine Kırıkkanat’tan aparmış. Hem de adına varıncaya kadar. Bu intihal mahkeme tarafından sabit bulununca ne oldu dersiniz? Normal koşullarda Şafak’ı kınaması gereken anlı şanlı yazarlar toplanıp ona destek açıklaması yaptılar. Ellerinden gelse Mine Kırıkkanat’ı yok edecekler, çünkü hepsi az çok intihalci ve Kırıkkanat’ın varlığı ayıplarını yüzlerine vuruyor.
Allah Ramazan Hoca’ya rahmet eylesin. Kırıkkanat’a da hırsızlar ile mücadelesinde güç kuvvet versin.
Geçen yazımda Gazze’ye sahip çıkmazsak emperyalizm bambaşka bir tarih yazar, hafızamıza tecavüz eder demiştim. Nasıl olur diyenler varsa eğer, onlara Dresden örneği anlatmak isterim.