Bir muhbir vatandaş yine devrede. Ama bu sefer devrimcileri, solcuları, dindarları ihbar etmek için değil… “Kaçakların” ihbarı, izalesi, ‘deportu’ için…
Kaçaklar dediğimiz, burada çalışma izni olmadan çalışanlar. Kimi Türkmen, kimi Ermeni, kimi Suriyeli. Dikkat edin “kalanlar” demiyorum, “çalışanlar”. Zaten genelde çalıştıkları iş yerlerinden toplayıp götürüyorlarmış. Atar topar Yabancılar Şube’ye sonra oradan bir uçakla veya otobüsle geldiği yere.
Çalışıyorlar dedik ya hani, ne iş yapıyorlar dersiniz? Kağıt toplayıcılığı, yatalak hasta bakıcılığı, hamallık, oto yıkama ve sanayinin en pis işleri… Kimselerin yapmaya tenezzül etmediği, üç kuruşa çalışılan işler.
İhbarı işe yarayan, üç beş tane garibanı paketleten “muhbir vatandaş”, derin bir oh çekiyor. O müthiş “vatandaşlık” görevini yerine getirdiği için.
Aklıma 90’lı yılların cevval apartman yöneticileri geliyor. Önlerine geleni ihbar ederlerdi. Vatandaşlık görevi gereği tabii! Yaşadığımız öğrenci evleri kaç kez basıldı hatırlamıyorum. Bir keresindeki Üsküdar Sultantepe’deki evimizi “kayıp kız çocuğu” ihbarı için basmışlardı. Mahallede iki yaşında bir çocukcağız kaybolmuş. Akıllarına ilk gelen şüpheli “solcu üniversite öğrencileri” olmuş!
Muhbir vatandaşta senaryo biter mi hiç? Bütün kötülüklerin kaynağı olarak göreceği, şeytanlaştıracağı bir kesimi mutlaka bulur. Üniversiteli, devrimci, dindar, yalnız yaşayan kadın, Kürt, göçmen… o sıra gönlü hangisine denk gelirse, faşist politikacılar kimi hedef gösterirse artık…