OECD raporuna göre 2020 itibarı ile Türkiye’de adalete güven %38 düzeyinde kalıyor. Ertesi yıl yapılan bir başka araştırma, bu oranı %31 olarak buluyor. Yani Türkiye’de halkın adalet sistemine güveni çok düşük. Bugün biri çıkıp “Hukuk Yalan, Adalet Yok” diye parti kursa tek başına iktidarı alır gibi duruyor! Şakası bir yana, bu kaygı verici durum, bizzat Adalet Bakanları tarafından da dile getiriliyor.
Halkın adalet mekanizmasına güvenmemesinin pek çok sebebi olabilir. Nitekim devlet, bunların bir bölümü için bazı etkin çözümler geliştiriyor. Arabuluculuk ve uzlaştırma sistemi, davalara konulan hedef süreler, ön soruşturma büroları, yargı sisteminin elektronik alt yapısı, KVKK, TİHEK, CİMER gibi kurumlar, ücretsiz avukat hakkı, Anayasa Mahkemesine ve AİHM’ye bireysel başvuru hakkı… Bunların tamamı son dönemde yapılan iyileştirmeler.
Bütün bunların sonunda halkın adalet sistemine güveninin artmasını beklersiniz değil mi? Ama tam aksi oluyor. 2010-2020 yılları arasındaki güven oranındaki düşüş tam 19 puan! Bugün bir araştırma yapılsa belki güvenin %20’lere düştüğü görülecek ve kimse buna şaşırmayacak. Alınan onca tedbire, yapılan onca iyileştirmeye rağmen adalete güven düşmeye devam ediyor!
Bunun bir sebebi, Türk yargısı ile ilgili kara propagandadır, bunu kabul ediyorum. Türkiye’de olayları çarpıtan, yalan haberler ile infial peşinde koşan yıkıcı bazı odaklar var. Sosyal medya yalanları çoğu zaman insanların aklını bulandırıyor. Ama güvensizlik oranı o kadar yüksek ki bununla açıklamak mümkün değil. %70 gibi ezici bir çoğunluktan söz ediyoruz, demek ki her kesimden insan aynı güvensizlik duygusunu paylaşıyor.
Öyle ise çok daha ciddi ve temel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz. Teknik düzenlemelerle çözülemeyecek, manipülasyonla açıklanamayacak bir sorun. O sorunun ne olduğunu aslında hepimiz biliyoruz: Adam kayırma. Başka bir deyişle, yasaların zenginlere, güçlülere işlemeyip, sadece zayıflara karşı çalışması. Zenginlerin veya arkası sağlam olanların işledikleri suçların cezasız kalması.
Halk bu sorunu görüyor ve maalesef çözülebileceğine de inanmıyor. Çünkü bu hastalık, yargı mekanizması ile sınırlı değil, toplumun genelini saran bir olgu. Mahkemeye gelmeden çözülebilecek adaletsizliklere de müdahale edilmiyor.