Bulgaristanlı düşünür İvan Krastev'in "daha önce Avrupa'nın komşularını dönüştürmelerini ümit ederken, bugün komşuların Avrupa'yı dönüştürmelerini konuşuyoruz" ifadeleri Avrupa'nın son yıllarda aldığı yeni rotayı çok iyi özetleyen bir yargıyı temsil ediyor. Bu tespitin yerindeliğini birçok başlık üzerinden rahatlıkla test edebiliriz. Mültecilerden radikalizme, başarısız devlet deneyimlerinden ekonomik darboğaza kadar Avrupa'nın komşu bölgelerinde yaşanan meseleler Avrupa'daki siyasal manzarayı dönüştürüyor, toplumsal kaygıları çok ciddi manada kaşıyor. Son yıllarda Avrupa'nın komşularına taşıdığı yeni ne bir vizyondan ne de dönüştürücü ilke ve normlardan bahsedebiliyoruz. Bir dönem Avrupa'nın mücavir bölgelere yönelik geliştirdiği ekonomik veya siyasal yaratıcılığın eseri olan girişimler yerini reaktif, içe kapanmacı ve korkularla bezenmiş politikalara bırakmış durumda. Anı kurtarmak geleceği inşa etmeye öncelenmiş gözüküyor. Bu yeni yönelimin en açık göstergelerini sadece Avrupa veya AB'nin izlediği politikalarda değil, aynı zamanda kullandığı dilde de görüyoruz. Komşu bölgelerle ilişkilerinde demokrasi, insan hakları, iyi yönetim ve benzeri norm ve ilkeler Avrupalı siyasetçilerin söylemlerinde hızlı bir şekilde buharlaşıyor. Hatta Avrupalı liderlerin bu tutumunu resmî olarak hala AB'yle üyelik müzakere sürecinde olan Türkiye'ye yaklaşımlarında da görebiliyoruz. Büyük oranda sınırlı ve seçici bir insan hakları ve demokratikleşme söylemi kullanılıyor.