Cumhuriyet’in kurucu kimlik anlayışının kabaca üç temel özelliği vardı: Türklük, laiklik ve Batıcılık (veya Batı yönelimlilik). Bu kriterler Cumhuriyet'in ideal kimlik tanımında da ideal vatandaş tanımında da kullanıldı. Tabii ki neyin meşru ve ideal olduğunun tanımı aynı zamanda neyin gayrimeşru olduğunun tarifini de beraberinde getirdi. Bu da güvenlikleştirici bir siyasetle beraber uygulandı. Kürt kimliği yeni devletin Türklük anlayışı ve Türkleştirme politikalarının eseri olarak daha Cumhuriyetin ilk kuruluş aşamalarından itibaren sorunsallaştırıldı ve güvenlikçi bir perspektife mahkum edildi. Benzer şekilde, devletin militan laiklik anlayışı İslamiliğin veya İslamcılığın bir tehdit olarak okunmasına yol açtı. Son olarak, bu her iki kimliğin coğrafyası veya menbaı olarak görülen Ortadoğu ise yeni devletin Batıcı yöneliminin antitezi olarak kodlanıp güvenlikçileştirildi. Yani bir coğrafya olarak Ortadoğu, bir fikir olarak İslamcılık ve bir kimlik olarak Kürtlük Cumhuriyet eliti tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak kodlanıp, güvenlikçi bir paranteze hapsedildiler. Bu durum, devletin niteliğini şekillendirdiği gibi onun buyurganlığına, otoriterliğine de davetiye çıkardı. Haliyle bu güvenlikçileştirme siyaseti, etkilerini bugün dahi hala derinden hissettiğimiz Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü fay hatlarını hem vücuda getirdi hem de onların her daim aktif kalmalarını sağladı.